Bugün saat 13:30 sularında, henüz kahvaltı yapıyor olmam gereken saatlerde kendimi arabanın içinde, sıcaktan terlerken, radyodan yükselen dımtısların kulağımda çınladığı, sağ, sol ve ön görüş açılarım kamyonlar tarafından kuşatılmış vaziyette buldum. İstikametimiz İstinye Park'tı. Şehrin öbür ucunda oturduğumuz için gidişimiz baya uzun sürecekti. Şen şakrak başlayan yolculuk, bir süre sonra "Midem bulanıyor" "Su yok mu?" ve "Salak kamyon sağa geçsene" cümlelerinin havada uçuştuğu bir modern zaman eziyetine dönüşmüştü.
Uzun süren yolculuğumuzun ardından İstinye Park'a vardık. Biliyorsunuz burası İstanbul ünlülerinin, futbolcuların, mankenlerin uğrak mekanı. Girerken "acaba bugün kaç ünlü göreceğiz sayacı"mı açtım. Futbolcuların çoğunun tipini tanımasam da - sadece "Q7 tayfası"nı birkaç kez gazetede görmüşlüğüm var- onları esmer tenlerinden, pırlanta küpelerinden ve zevksiz giyimlerinden tanıyacaktım. İlk hatamız, "Meydan"a gitmemek oldu. Meydan dediğim yer hani şu Louis Vuitton ve türevlerinin olduğu açık alan. Oraya gitsek kesin bir futbolcu, bilemedin Seda Sayan ya da onun oğlunu yakalardık. Onun oğlunu da kötü dişlerinden ve arabasından tanıyabilirdim mesela.
Alışveriş turumuza üst kattan başladık. Bu arada ilk kez fark ettim ki, meğer İstinye Park'taki mağazaların bir kast sistemine göre dizilmiş. Meydan dediğim yerde zaten dünyaca ünlü/pahalı markalar var. Üst katta ise İpekyol, Sisley ne bileyim Nine West gibi orta üst sınıf mağazalar, alt katta da Koton gibi halk mağazaları ve bir genç kızın ayrılmaz üçlüsü olan "Bershka, Stradivarius ve Pull&Bear" var, ki favorim ortadakidir.
Bu sırada üst katta bir sürprizle karşılaştım, bir Harry Potter sergisi vardı! Filmde kullanılan orijinal kostümler ve asaların birkaçı ve sette çekilen fotoğrafları gördük. Elbette fotoğraf da çektim.
Soldaki Dumbledore'un, sağdaki Moody'nin asası
Soldaki Harry'nin, sağdaki Hermione'nin okul üniforması
Üst kattaki mağazaların bir kısmını gezdikten sonra - ki şunu da ekleyeyim İstinye Park'taki mağazalarda aynı markaların diğer mağazalarında bulamayacağınız kadar çeşit var - bir yemek molası verdik. Canımız köfte çekti, Köfteci Ramiz çarptı gözümüze. Ben orayı pek sevmem, köftemin içinden bir kez kıl çıkmıştı (ki bunu okuyan arkadaşlarımın yüzünde bir tebessüm oluşmuştur eminim çünkü ben hemen her yerde yemeğimin içinde kıl bulurum) ve porsiyonları çok doyurucu değildi. Her neyse oranın bir açık büfe salata sistemi var ve o şubesi self-servis, dolayısıyla siparişinizi verdikten sonra tepsinizi alıp sırayla ilerlemeniz gerekiyor. Sırada beklerken arkamızda bekleyen kıza çarptı gözüm ve hemen tanıdık bi yüz olduğunu anladım. Kavak Yelleri dizisinde Aslı'nın ablasını oynayan oyuncuyu hatırlarsınız belki, işte oydu. Maalesef İstinye Park'ta bizim payımıza 3. sınıf bir ünlü, hatta ünsüz düşmüştü.
Bizimkiler sırada beklerken ben de bir masaya oturdum. Annemlerin önünde bekleyen çocuk arkadaşına da tepsi almak için sıranın sonuna gitti, aldıktan sonra yerine döndü. Bu sırada Aslı'nın çakal ablası da annemlerin salata almakla meşgul olmasını fırsat bilerek onların önüne geçmişti. Çocuğun tepsiyi alıp eski yerine -yani onun önüne- geçtiğini görünce "Ama olmaz ki benim önüme geçiyorsun" dedi. Annem de "O zaten oradaydı, hem siz de bizim önümüze geçmiş oldunuz." diyerek kibar ama mesafeli bir çıkışla bu gol teşebbüsünü defetti. Bu defans üzerine Aslı'nın ablası dizideki muşmula ifadesini takınarak kendi sahasına dönmek zorunda kaldı.
Annemler köftelerle birlikte masaya döndüğünde "O kızı tanıdın mı?" diye sordum. "Ay bi yerden tanıdık geldi ama.." diyordu ki, kim olduğunu söyledim. "Ha öyle mi, ben de az önceki mağazalardan birinde satış elemanı diye düşünmüştüm" diyerek kızı 3.ligden küme düşürdü.
Yemekten sonra "şık" mağazaları gezmekten sıkılmış olan ben ve kardeşim annemi üst kat turunda yalnız bırakarak "Bir Genç Kızın Gizli Üçlüsü"ne çevirdik rotayı. Bunlara bir de Oxxo'yu ekleyince, 1 çanta, 2 tişört, 1 pantolon ve 1 yelekle kapattım günü, fena da olmadı.
Annemin yanına çıkıp ona da Park Bravo'da beğendiği elbiseyi aldık ve mağazanın bünyesindeki Inglot'un ojelerine ağzımın suyunu akıtarak (25 lira verseydim alacaktım bir tane, ama yapmadım hayır)oradan çıktık. Sıradaki durağımız dönüş yolu için erzak almak üzere İstinye Park'ın çarşı pazar bölümüydü. Bilmeyenler için söyleyeyim, burada manav, kasap, kuruyemişçi gibi dükkanlar/standlar bulabilirsiniz. Buraya en son geçen sene arkadaşlarımla gelmiştim, ondan sonraki ilk gelişim. Bu sefer fark ettim ki burası aynı Londra'daki ünlü alışveriş merkezi Harrods'ın Food Hall'ı gibi düzenlenmiş. Sizin için fotoğraf da çektim.
Bu pazarın yanında bir tane market var. Marketin içine bir girdim yine anılarım depreşti, fena oldum. Neden derseniz e bir tane normal Türk markası yok ki. Varsa bile gözünüze hiç çarpmıyor o kadar şey arasında. Tikveşli yoğurtlar yerine Heinz ketçaplar, Yörsan ezine peyniri yerine parmesanlar, Cappy Vişne yerine Blueberry juice'lar.. Bir köşede "Mahzen" yazıyor böyle ahşap dekoruyla birlikte, dedim ki herhalde bodruma açılan bir kapı var orada. Bir baktım bildiğimiz içki reyonuymuş. Broşürünü aldım (fotoğrafı yanda), böyle teknede çekilmiş fotoğraflar falan, süper havalı. Halbuki Carrefour'un broşürlerinde halk günü ilanından, orasına burasına domates, maydanoz tıkıştırılmış hayvanlardan ve devamında onların kıyması, bonfilesi, kaburgasından geçilmiyor.
Velhasıl kelam, bu marketi de görünce anladım ki burada ne kadar Batılıysan o kadar zengin sayılıyorsun. Alt katlara indikçe insanların üzerinde değişen kıyafetler, kafalarda azalan güneş gözlükleri, kalabalıklaşan mağazalardaki artan indirim oranları da bunu destekliyor zaten. Bu aralar İstanbul'da patlayan Arap nüfusunun bir kısmı da oradaydı. Tüm bunları görünce şunu çıkardım: zenginlik parayla değil, kalple olur -şaka şaka- o parayla aldıklarınla ölçülüyor.
ps: yorum yapmak için üye olmanıza gerek yok, hemen alttaki kutucuğa yorum yapabilirsiniz. okudukça mutlu oluyorum, ben size yazıyorum, siz de bana yazın olur mu? görüşürüz tekrar.
skip to main |
skip to sidebar
11 Temmuz 2011 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
İzleyiciler
Etiketler
- cambridge (8)
- diş hekimliği (8)
- amerika günlüğü (5)
- fotoğraf (2)
- klinik (2)
- photoshop (2)
- Meram Ekspresi (1)
- akinator (1)
- facebook (1)
- film önerisi (1)
- foursquare (1)
- guitar hero (1)
- her şeyi bilen kadın (1)
- jinni (1)
- kilo verme (1)
- kongre (1)
- manipülasyon (1)
- morfoloji (1)
- msn (1)
- muayene (1)
- tahmin oyunu (1)
- tercih gencer diş kliniği (1)
Ben
- jules
- Görkem, 20, İstanbul Diş Hekimliği Fakültesi öğrencisi. Yazıyorum, çiziyorum, çeviriyorum, eskiden çalıyordum artık unuttum galiba. Bu blog biraz günlük, biraz hikaye gibi. Yazdıklarımın hepsi gerçek. Ayrıntıları severim, belki o yüzden yazılar uzun ama okumaya başladınız mı bitirmesi kolay bence. Blogu Kasım 2009'da açtım, umarım daha uzun bir süre devam eder.
Kaç kişi bakmış?
En Çok Okunan Yazılar
-
O Cumartesi günü, Taksim'den iki katlı ekspres otobüse ilk duraktan binmeme rağmen ayakta kalmıştım. Aslında ayakta gitmiyordum, sadece ...
-
Ben diş hekimi olma hayaliyle büyümedim. Tercih dönemine dek, aklımdan bile geçmemişti. Endüstri mühendisi olmak isteyen binlerce yaşıtımdan...
-
Evet sevgili diş kardeşlerim, yaz için okul arama çalışmalarıma başladım. Dedim ki dil okuluna gitmeyeyim, diş okuluna gideyim, hem dilime h...
-
Merhaba. Bloguma bir özellik ekledim geçenlerde, gelen gidenin istatiğini tutsun diye. Esas amacım günde kaç kişinin gelip gittiğini öğrenme...
-
Geçen haftasonu Türkiye'den çok yakın arkadaşım Naz -o da Londra'da bir dil okulunda- bizim eve kalmaya geldi. Cumartesi günü 4 kız ...
-
Diş Hekimliği Bölümü'nün 1. sınıf 1. dönemi bitti. Ve benim bu 5 ayda bu bölümde öğrendiklerim arasında işime en çok yarayan şey, düzenb...
-
Gözümü açtığımda saat 07.14'tü. Tatil başladığından beri 3.30'dan önce yatmayan ben, önceki gece 1.30 sularında yatağa girerek gözle...
-
Merhaba! Bugünlerde beni bir oje merakı aldı ki sormayın gitsin. Eskiden sahip olduğum yaklaşık 10 tane ojenin hepsi koyu lacivert, siyah, k...
-
Geçen haftasonu ev arkadaşım, hatta buradaki en iyi yabancı arkadaşım gitti. Şu an o evde iki tane pis kızla beraberim. İngiltere'de, Tü...
-
Babaannemin evinde maaile toplanmışız. Küçükler yere, büyükler koltuklara, ergenler ise sandalyelere oturmuş, çıt çıkarmadan pür dikkat ekra...
9 yorum:
ya aslı'nın ablasının lisansını iptal etmiş annen resmen.erman hoca bu tarz pozisyonlara "kırmızı kart değil,insanlık suçu" derdi eskiden.çok fena yani. heinz barbekü sosu mu dedi biri?pardon? evet,ingiltere güzel memleket,valla hakkını verelim. yazı çok güzel olmuş.gitmiş kadar oldum galiba
yine döktürmüşüz=))
http://www.zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=24459
görkem'le gittiğim bi kafenin yemeğinden kıl çıkınca kendi suçummuş gibi utanıyorum mütemadiyen.
@1,2 teşekkür ederim
@3 puhahah o da komikmiş de yanda şunu gördüm: -> Dişlerimi yeni fırçaladım diyerek 2 gündür hiçbir şey yemeyen Esin Verda (21) hastaneye kaldırıldı... - bu benim -
@4 canım kimsin bilemedim tabi ama fena mı oluyo hesabı hafifletiyorum
Kıl konusunda kader ortağıyız galiba. Çatalın(şu simitçilerde satılan unlu mamül) içinden çıkardığım kılla sınırları zorladığımı düşünüyorum. Hatta bi kere Mado'daki dondurmanın içinden kıl çıkmıştı, adama gösterdim, alıp yenisini getirdi, ondan da çıktı falan. Aynısını mı getirdiniz dedim, yok dedi. İki türlü de kötü yani.
Çok güzel anlatmışsın bayıldım. Ben de oradaydım ama görmek önemli.Aslı'nın ablasınıda(adını hala bilmiyoruz) gerçekten hiç tanımadım.
güzel yazı ve tekrar güzel kafa.Fakat o market diye bahsettiğin market yani macrocenter şu an Türkiyede bulunan en kaliteli markettir.O kadar çeşidi ve o güzel atmosferi başka yerde bulmak gerçekten çok güç bunuda bir dipnot olarak belirtmek istedim sevgilerimle mücrim
@kader ortağı adsız: aynısı bana da oldu inanır mısın? yerel bi dondurmacıdaydım ama.
@annem olan adsız: sağol anneciğim
@mücrim: Teşekkür ederim yorum için. marketi ben de beğendim zaten, İngiltere'deki küçük marks&spencerlara benziyor bence. Ancak "güzel atmosfer" diye nitelendirilen şey genelde o yerin Batı'dakilere ne kadar benzediğiyle alakalı oluyor, kast ettiğim bu.
Yorum Gönder