24 Aralık 2011 Cumartesi

"Yokum" Diyorum

Babaannemin evinde maaile toplanmışız. Küçükler yere, büyükler koltuklara, ergenler ise sandalyelere oturmuş, çıt çıkarmadan pür dikkat ekrana bakıyoruz. Birazdan Doğu Anadolu Bölgesi'nin puanları açıklanacak. Tan Sağtürk ve yanındaki her yarışmadan ekmek yiyen "hakem adam" yavaş yavaş, tane tane konuşarak heyecanımızı körüklüyor, biz de azdan çoğa doğru okuduğu puanlarda tuttuğumuz yarışmacının adı hemen çıkmasın diye dua ediyoruz. "Ve sonuncu olarak, 10 puan... Melih'e gidiyor ve Melih liderliğe yükseliyor" lafıyla 60 milyon (o zamanlar 60'tık) rahat bir oh çekip arkasına yaslanıyor.



Televizyondaki yarışmaların hayatımızda bu kadar büyük yer kaplamaya başlaması BBG zamanlarına tekabül ediyor sanırım. Ondan önce Riziko, Şans Kapıyı Çalınca, 1 Kelime 1 İşlem gibi zararsız, eğlenceli, bilgilendiren yarışmalar vardı. Sonrasında ise BBG, Gelinim Olur Musun, Popstar patlak verdi. İlk başta her şey güzeldi, BBG'deki Melih ve Eray'ın tartışmalarını büyük zevkle izler, Tarık'ın "Of Deli Gönül"ünü bayılarak söylerdik. Sinem ile Ata'nın aşkı, Semra kaynana adlı cazgır kadının bağırıp çağırmaları bizim için büyük bir merak unsuruydu. Popstar'da her hafta kim ne söyleyecek, jüri ne diyecek diye reklamlarda bile çişe gitmezdik neredeyse. Jüri, ah o jüri ilk kez orada karşımıza çıktı zaten.

Yarışmaların sezon sayısı arttıkça işin iyice suyu çıkmaya, bu yarışmalarda yarışan insanlar 2 sezon sonra unutulunca kafalarında bardak kırmaya, 3. sınıf gazetelerde köşe yazmaya, hiç satmayan albümler yapmaya başladılar. Bu yarışmaların aslında insanlar üzerinde nasıl bir etki bıraktığını Semra Kaynana'nın oğlu Ata'nın vefat haberiyle anladım ilk kez. Bir yıllık şöhret olup sonra unutulmayı mı kaldıramadı, ne oldu bilemem ama öyle veya böyle o çocuk genç yaşta doğal olmayan bir sebepten öldü. Arkasından yapımcılar annesini televizyona çıkarmaya devam ettiler, Dest-i İzdivaç sunucusu bile yaptılar. Kadın artık gibi çığırtkan değil, çok hüzünlü bir ses tonuyla konuşuyor, lafları artık iğneleyici değil, yumuşak. Kadın çok sevdiği oğlunun ölümüyle bambaşka bir insan olmuş belli ki, ama rating avcıları yine de onu bir şekilde ekrana çıkartıp, eski geliniyle yüz yüze getirebiliyor. Şu videoda bu şarlatanlığı da izleyebilirsiniz. Hele en son sahnede bir şarkı söylüyorlar ki, bence içler acısı.



Bugün televizyonda Bugün Ne Giysem denen yarışmayı izliyordum. Styling yaptığını söyleyen bir kız 3 bin liralık tasarım elbisesiyle podyumda boy gösteriyor. Üzerine giydiği pardesünün altından çıkan şifon eteğiyle bence de biraz garip duruyor ama izlediğimden beri net-a-porter'larda, style.com'larda o elbisenin tasarımcısını arıyorsam en azından dikkate değer bir seçim yapmış. Sanki Mahmutpaşa'dan alınmış saten+tül parlak renkli gece elbiseleriyle, Taksim pasajlarında almayanı dövdükleri dandik penye minilerle muhattap olanlar onlar değilmiş gibi, bu kızı yerden yere vuruyorlar. Yahu tamam anladık o çanta o elbiseye gitmemiş ama "Ben bir dergide bu stylingi görsem yuh derim çöpe atarım bir daha da o dergiyi almam" nedir yahu? Bir de 15 dk. boyunca tüm bu aşağılamaları dinledikten sonra oylamaya geçiliyor. Acaba kız gidecek mi kalacak mı diye jürinin ağzının içine bakıyor herkes. Hayır "Bience ıyakabı çanta ulmamış" diyerek bozuk Türkçe'siyle bir şeyler anlatmaya çalışan İvana mı moda ikonu, kareograflığını bilip sahne arkasında kalması gereken Uğurkan Erez mi, yoksa yapımcının belli ki "Aman sakın hiçbir şeyi beğenme" dediği Hakan Akkaya mı? Bu insanlar kim yahu? Biz neden sanki moda konusunda kitap yazmış, acayip büyük başarılara imza atmış insanlarmışcasına bu kişilerin yorumlarını ağzımız açık izliyoruz? Onlar kim oluyor?

Bu jüri olayının daha fenası da var elbette: Acun Yarışmaları. Acun Yarışmalarını bilirsiniz, haftanın her akşamı ayrı bir formatta yayınlanan, ama hepsinde Acun'un bir şekilde "Evet şimdi de oylamaya geçelim.. Azra?" "Sergen?" "Hadise?" sorusunu sorduğu, insanların büyük ödülü kazanmak için ter döktüğü şaklabanlıklar bütünü.



Acun'u severdik aslında, Pazar akşamları yayınlanan Acun Firarda'da giydiği Hawaii şortu ve parmak arası terlikleriyle, kötü İngilizcesi, yabancı kızlara yazmasıyla hangimizin gönlünü kazanmadı ki? Ama Acun'un durması gereken nokta oydu. Oydu, ama o bununla yetinmedi. Belki Dünya'da gidecek yer kalmamıştı evet, ama yine de her kutuda 10'dan geriye saymamıza, adadaki kızların acaba kişisel bakımlarını nasıl yaptığına kafa patlatmamıza, yılanlarla dolu bir havuzda yüzmeye çalışan insanları izlememize değer miydi? Kutudan büyük çıktığında istisnasız her yarışmacının dirseğini turuncu masaya dayayarak yüzünü ellerinin arasına gizleyip üzülmüş numarası yapmasına maruz bırakılmış bir nesiliz biz. Ada konseyinde elenen yarışmacının meşalesinin söndürülmesini gördük hatta. Fear Factor'de kaç örümcek yendi, kaç böcek yutuldu konusuna hiç girmiyorum bile. (şu videoyu bir izleyin de görün, böyle rezillik olamaz.)

Acun Yarışmaları ve bu yarışmalarda kazanmak için gurur, özsaygı gibi değerleri çöpe atan katılımcıların toplumumuza iyi bir şey kazandırmadığı kesin (aslında Adriana Lima'yı görmemizi bir artı sayabiliriz, ama bir Brad Pitt gördük mü, hayır!!) hatta belki bir çok şey götürdü. Var Mısın Yok Musun'da yarışan her yarışmacının bir engelli kardeşi, bir kredi borcu, gözü yaşlı bir annesi vardı ve yarışmacının hayatındaki tüm acılar, seyirci tribünündeki ilk sıraya oturmuş bize bakıyordu. Onların acılarına o anlık ortak oluyor, kutudan kırmızı çıkarsa da reklamlar girene kadar üzülüyorduk; ta ki ertesi gün yepyeni bir yarışmacı yepyeni acıları karşımıza getirene kadar. Önceki günkü yarışmacı ise kutudan çıkan 100 lira ve Acun'a bıraktığı reytinglerle çoktan evine dönmüş, unutulmuş oluyordu.



Bu sezon olay iyice çığrından çıktı ve TV8'i işgal eden Okan Bayülgen misali Acun da her akşam başka bir yarışma yapmaya başladı. Geçen sezonlardan da bildiğimiz Yetenek Sizsiniz, ülkedeki Micheal Jackson taklidi yapan insanların hepsinin bir kere sahneye çıkmasından sonra, yerini Mehter takımlarına, org çalan küçük kızlara ve Dilber Hala taklidi yapan komikçilere bıraktı.



Hadi oraya çıkanlar küçüklüğünden beri etrafındakiler tarafından çok güzel bir sesi olduğuna inandırılmış veya sağ eliyle sol elini aynı anda ters yönlere çevirmekle büyük ödülü kazanacağını düşünen, gaza gelmiş birer vatandaş diyelim. Peki o "jüri"ye ne demeli? Acun, tamam belki ticari zekan yüksek, yurtdışından format getirmekte üstüne yok; Hülya Avşar, sen İbrahim Tatlısesin bıyıklarıyla öpüşme ve klibinde popo sallama konusunda bir numarasın; Sergen, sen ki jübileni bile yapamadan futbolu bırakmandan önce Türkiye'deki bütün takımları gezmiş, en son Anadolu'da gidecek takım kalmadığında emekli olmuş bir zamanların ünlü futbolcususun. Peki siz oraya oturunca neden hepimiz size dünyanın en yetenekli yetenek avcıları gibi bakıyoruz? Hülya Avşar düet yapan iki kızın hangisinin sesinin tiz olduğunu ayırt edemezken ondan alınacak ne gibi bir cevap bizi Türkiye'nin En Yetenekli İnsanı'na götürebilir? Hayır dostlarım, seyircilerden aldığı alkış çoksa evet, azsa hayır diyen bir Acun'un ve çıkan herkese "Sen şimdi n'aptın ben anlamadım"dan öte bir yorum yapmayan Sergen'in jüri olduğu bu yarışmayı izlemeyi reddediyorum.

Olay Yeteneksizsiniz yarışmasıyla kalsa yine iyi. Bir de O Ses Türkiye var. Bakın yanlış anlamayın, sesi güzel olan insanları dinlemeyi severim, keşke benimki de güzel olsa. Ses yarışmaları da yapılsın, ona da itirazım yok amaaaa, jüriye gelince orada bir duralım. Hülya Avşar mı güzel sese karar verecek Murat Boz mu? Bu şarkıcıların kaç tanesi solfej biliyor, kaçının elle tutulur bir başarısı var? Murat Boz çok bariz bir şekilde sesi patlamış bir kıza "Muhteşemsin" diyor ve Mustafa Sandal ona kinayeli bir biçimde "Bravo, bu işten çok iyi anlıyorsun gerçekten" diyorsa zaten her şey ortada. Bu insanların yaptığı yarışma ve seçtiği ses, benim için çocukların mahalle arasında yaptıkları futbol turnuvası gibi. Bunu bir UEFA Kupası gibi görmeye gerek yok, zira hakemlerin kokartı yok.




Son olarak da Yok Böyle Dans var. Acun ne yaptı etti sonunda kendini o jüri koltuğuna oturttu, yanına da entellektüelliği ve Dünya Güzelliğiyle saygımı kazanmış, Kıvanç gibi bir sevgili ile combo yapmış Azra Akın'ı aldı. Şimdi Türkiye'de dans konusunda bilgi sahibi olan çok az insan olduğu ortada, daha önceki yarışmalarda Yonca Evcimik ve Asena bile jüri olmuştu. Ancak bu eksikliği neden kendinle, Azra'yla dolduruyorsun Acun? Z sınıf ünlülerin yarıştırıldığı (bir Buzda Dans vardı hatırlarsanız, Zeynep Tokuş'tan Atilla Taş'a unutulmuş tüm ünlüler oradaydı) bu programların sonu ne zaman gelecek merakla bekliyorum.

Ülkemiz televizyonlarında peydah olan bu yarışmalar artık hayatımızda önemli bir yer kaplıyor. Ancak bu yarışmalar bizi gerçeklikten uzaklaştırıyor. Şehit haberlerine bir kere üzülen halk, her hafta elenen yarışmacılar için ağlıyor. Kendisinin ne olduğu belli olmayan "jüri" üyeleri, ünlü olma hevesiyle oraya gelmiş insanların hevesini tuzla buz ederek veya daha da kötüsü onları birkaç aylığına baş tacı edip sonra unutarak hayatlarına darbe vuruyor. Biz ise oturduğumuz yerden bunları izliyor, kendi istekleriyle bir adada toplanmış aç kalma numarası yapan insanlara üzülüyoruz. Yeteneksizler yarışmasında Micheal Jackson'ın kemiklerini sızlatanlara oy atıyoruz. Hayatında ilk kez sahneye çıkmış ve kendisine arkasını dönük 4 koltuktan gelecek "tısss" sesiyle yırtmayı planlayan insanların umutlarının yıkılmasına şahit oluyoruz. Biz, bunların hepsini kendimiz yapıyoruz.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...