15 Haziran 2011 Çarşamba

Chicken Translation

Merhabalar. Finaller bittikten sonra rahatlayıp tatile girme imkanım olamadı henüz. Çünkü elimde bu ayın sonuna doğru bitmesi gereken bir kitap çevirisi var. Blogumda bu konudan hiç bahsetmedim, ancak bu konuyla ilgilendiğimi duyanların bana bir sürü sorusu oluyor, ben de çeviriye başlamak isteyen, bu işi merak edenler için böyle bir yazı yazayım istedim.

Çeviri yapmaya 2005 yılında babamla divxplanet'te film altyazılarıyla başladık. Birkaç sene çevirileri ortak yaptıktan sonra, ben biraz büyüyünce ve çevirmek istediğimiz filmler aynı olmayınca ayrı ayrı çeviri yapmaya başladık. Elbette hala birbirimizin çevirilerinde birkaç tutam tuzumuz bulunur.

Divxplanet'ta biraz piştikten ve Çevirmen maskı - ünvanı - aldıktan sonra bana bir kitap çevirme teklifi geldi. Anton Çehov'un 16 kısa hikayesinden oluşan bir derlemeydi bu. Çehov'u zaten severim, bir de ilk kez para kazanacağım gerçek bir işim olacaktı, üstelik çok severek yaptığım bir işti, kabul ettim. İlk baskısı benim amatörlüğüm ve redaksiyon eksikliği yüzünden biraz pürüzlü olsa da, güzel bir başlangıç yapmış oldum. Üstelik ikinci baskısı çok daha güzel çıktı.

Bu sırada divxplanet'ta Grey's Anatomy dizisini çevirdim bir sezon, ancak dizi çevirmek zor iş, çünkü diziyi bekleyen yüzlerce insan var ve haklı olarak bölümü çıktıktan en geç iki gün sonra izlemek istiyorlar. Divxplanet'ın gerçek üyeleri bu konuda gerçekten çok anlayışlı, çevirmenin bu işi tamamen gönüllü yaptığını ve bir özel hayatı olduğunu biliyorlar. Ancak siteye sadece altyazı indirmek için gelen ve attığı 10 mesajın 9'u "ne zaman bitecek acaba bekliyoruzzzz" olan üyeler tarafından sürekli sıkıştırılınca, dizinin satır sayısı da normal bir dizinin iki katı olunca 20. bölümde falan diziyi bıraktım.

Bundan birkaç ay önce, birinci kitabın çevirisini de sayesinde aldığım tanıdığımız bir kitap daha koydu önüme. Düşünmeden kabul ettim ancak baktım yetişecek gibi değil, bir ortak alma teklifini kabul ettim. Ünlü masaldaki Ağustos Böceği misali birkaç ay yattıktan sonra, işi teslim tarihinin yaklaştığı şu günlerde deli gibi çeviri yapar oldum. Bu sırada aklıma/başıma birkaç şey geldi, hemen aktarayım:

- Bu çeviri bana kazandıracağı para ve reputation'dan çok daha fazla şey götürdü benden. Artık oturmaktan düzleşmiş bir popom ve ekrana bakmakta zorlanan gözlerim var.

- Önceleri İngilizce dosyayı açıp, her paragrafın altına Türkçe'sini yazıyorken baktım olacak gibi değil, taktik değiştirdim. Babamın da eve bildiğiniz kocaman bir fotokopi makinesi/printer getirmesiyle alet boş boş elimin fotokopisini çekmektense bir işe yarasın dedim ve çeviriyi kağıtlara bastım. Şimdi kağıdı ekrana dayayarak ordan bakıp çeviri yapıyorum.


- Çevirdiğim kağıtların yanına imza gibi bir şey atıp diğer tarafa koyuyorum. Bu imzayı atmak ve o sayfayı bitirmiş olmak beni o kadar mutlu ediyor ki, sırf onu atayım diye sayfa bitmeden yatmıyorum mesela. Görseniz sanki nikah akdi imzalıyorum.

- Facebook hesabımı final zamanı bile kapatmadım ancak şimdi kapatmayı düşündüğüm oluyor. Çünkü sürekli internette bir şeyler araştırmam gerekiyor ve bir kere dikkatim dağıldı mı facebook'a girip girmemek yalnızca bir yeni sekmeye bakıyor. (fotoğrafta da örneği varmış, yeni fark ettim.)

- Geçenlerde bir mail geldi. Kabalcı Yayınevi'nde çalıştığını söyleyen biri beni çevirilerimden tanıdığını, ellerinde üç kitap bulunduğunu, bunları ne kadara çevirebileceğimi ve zamanım olup olmadığını soruyordu. Ancak mail'inde tutarsız bir sürü nokta yakaladım ve balıklama atlamamaya karar verdim. İlk olarak benim mail adresimi bulması pek olası görünmüyordu, bunun için facebook'ta arkadaşım olması gerektiğini çıkardım. Sonra, gmail uzantılı bir mail adresinden gelen iş teklifini ciddiye almam için hiçbir sebep yoktu. Üstelik ben piyasada tanınmış bir çevirmen değilim ve George Orwell gibi bir yazarın kitabını çevirme şansına ancak başvuruyla sahip olabilirim, teklifle değil. Her neyse bunları düşünüp Kabalcı'yı aradım. Mail atan kişinin olduğunu iddia ettiği "genel yayın yönetmeni"nin kendisiyle konuştuktan ve ondan "O maili biz atmadık ancak daha önceden basılmış kitabınız varsa ve bizimle çalışmak isterseniz CV'nizi yollayın, bakalım" gibi hiç de fena olmayan bir cevap aldıktan sonra sayın genel yayın yönetmenimize bir mail döşedim. O da "ben incisozluktenim panpaaa" diyerek seviyesini anında belli etti. Karşılıklı birkaç mail'den sonra tam bir kıro olduğunu çıkarttım ve konuşmayı kestim.

- İngilizcelerini geliştirmek isteyen arkadaşlara önerim, altyazı çevirmeleridir. Başladığımda benim iyi bir İngilizcem vardı ama babamın seviyesi oldukça kötüydü. Şimdi geldiği durumu bbc görse, "Bir Başarı Hikayesi" diye belgesel yapar. Kendi adıma söylemem gerekirse kelime ve günlük konuşma dili açısından bana da baya bir katkısı oldu. Daha önce seyrettiğiniz filmleri, yahut Uzakdoğu filmlerini - ana dillerinden İngilizce'ye çevrildiği için dilleri daha kolay oluyor - çevirmekle başlamanız daha rahat olur sizin için.

- Çeviriyi yüklediğinizde aldığınız her bir teşekkür sizin için büyük önem taşıyacaktır. Bazen bir arkadaşınızın gelip "Geçen Alice in Wonderland'i seyrettim, bir baktım çeviren: jules yazıyor, yanımdakilere bu benim arkadaşım diye anlattım." demesi sizi mutlu edecektir.

- İnternette boş boş geçirdiğimiz akşamlarda herkes çeviri yapıyor olsaydı, bugün hiçbir kenarda köşede kalmış dizi yahut bağımsız film altyazısız olmazdı güzel kardeşlerim. Herkesin bu çorbada bir tuzu bulunmalı. Hatta yabancı dil bilmeyenler için Divxplanet işitme engelliler için çeviri aktiviteleri düzenliyor. Türkçe filmlere Türkçe altyazı koyuyorlar ve bunları işitme engelli vatandaşlarımıza ulaştırıyorlar. Bu konuda ödül bile aldılar.

- Çeviri yapmak ve insanlardan teşekkür almak, gerçekten insana bir işe yaradığını hissettiriyor. Mesela birkaç sene önce çevirdiğim Sweeney Todd'un altyazısını, 70.161 kişi indirmiş. Bu kadar insanın, hatta aileleriyle beraber izlediğini düşünürsek 200.000 kişinin sizin elinizden çıkan satırları okuması çok güzel bir his.

- Son olarak da bu konuyla ilgili bana en çok sorulan soruları toparlayayım:

  • Film çevirilerinden para alıyor muyum?
En çok bu merak ediliyor. Hayır almıyorum, ben ve divxplanet'ta çeviri yapan onlarca üye bunu tamamen gönüllülük esasına dayanarak yapıyor. Ancak sitede ismini duyuran bazı kişiler firmalarla anlaşıp DVD'lerin çevirisini yapıyor ve karşılığında para alıyor. Ha sağolsun çook ünlü, üç aileden birinde decoder'i bulunan bir şirket de bizim siteden aldığı çevirilerden çevirenin ismini ve altyazıda geçen küfürleri silip filmlerinde izinsiz olarak kullanıyor.

  • Kitap çevirisini nasıl ayarladım, size de bir kitap ayarlayabilir miyim?
:) hayır. Bir yayınevinde çalışan tanıdığım sayesinde buldum kitapları. Ancak belki yayınevlerine cv'nizle başvurarak şansınızı deneyebilirsiniz. Tabi kitap çevirmeden önce daha küçük şeylerle başlamanızı öneririm.

  • Peki nasıl film çevirebilirsiniz?
Elinizdeki filmin sürümüne uygun İngilizce ya da bildiğiniz diğer bir yabancı dildeki altyazısını buluyorsunuz. Subtitle Workshop adlı programı indiriyor, burada çeviriyorsunuz. Programla ilgili dökümanları sitede bulabilirsiniz.

  • Divxplanet üyeliğim yok, çeviriyi nasıl yükleyeceksiniz?
DPBonus adlı siteye üye olabilirsiniz. Oradan planet'a geçiş yapılıyor. Ya da bir tanıdığınıza sizin adınıza yüklemesi için rica edebilirsiniz.


Evet, bugünlük anlatacaklarım bu kadar. Bu yazıyı da çeviri yaptığım bir gece saat 3 civarında yazdım, çok cicili bicili olamadı. Görüşmek üzere..

11 Haziran 2011 Cumartesi

Kariyer Günü

Merhaba. Bloguma bir özellik ekledim geçenlerde, gelen gidenin istatiğini tutsun diye. Esas amacım günde kaç kişinin gelip gittiğini öğrenmekti ama site size çok ayrıntılı bilgi sağlıyor, gelenler hangi linke tıklayıp gelmiş, nereden çıkmış hepsini görebiliyorsunuz. Mesela bloga haftada yaklaşık 8-9 kişi "Her Şeyi Bilen Kadın"ı Google'da aratıp geliyor. Yalnız "lipton herşeyi bilen kadın oyununu oyna evet hayır" gibi acayip şekillerde yazınca benim blogum 5. sırada çıktığından gelen giden çok oluyor.

Bir de google'da "diş hekimlerinin yaşamı" yazınca 2. sırada çıkıyor blogum. Bir kişi de "endüstri mühendisliği mi diş hekimliği mi" diye aratmış, benim blogum çıkmış yine. Neyse uzatmayayım, bunları görünce diş hekimliği eğitimi hakkında bir şeyler yazayım da üniversite tercihlerinin yaklaştığı şu günlerde gençlere bir faydam olsun dedim.

Diş hekimliği eğitimiyle ilgili biraz araştırma yapmış olanların muhakkak ilk duyduğu laf "oldukça pahalı bir eğitim" olduğudur. O yüzden ilk olarak buna bir açıklama getireyim; 1. sınıfta üst sınıflardan 3.,4. el olarak aldığınız artikülatöre 300 tl gibi bir ücret ödüyorsunuz. Ancak 3. sınıfta aldığınız fiyattan sattığınız için bunda bir kayıp yok. Bu arada başka okullarda 30 tl'lik okluzörler veya özel okullarda 500 euro'luk cinslerini de isteyebiliyorlar, bu sadece İstanbul Üniversitesi için geçerli. Bunun dışında ilk sene temel malzemelere 100-150 gibi bir para veriyorsunuz, yani büyütülecek bir şey değil.





İkinci sınıfa geldiğinizde dolgu, diş hazırlığı, kanal tedavisi gibi işlemlerde kullanacağınız bir aeratöre ve mikromotora aşağı yukarı 800 tl veriyorsunuz - tabi 100 liralık çakma modelleri de bulabilirsiniz - . Bu aletleri de iyi bir markadan seçerseniz mezun olduktan sonra bile kullanabilirmişsiniz. O nedenle bunu iyi bir yatırım olarak görebilirsiniz.




2. sınıfta bir de sizden Frasaco çene istiyorlar. O da resimdeki gibi daha önce anlattığım fantom maketlerin ağzına takılan bir çene. Dişler üzerine protez, dolgu vs. yapıyoruz. Bir fantom çenenin orijinali 350, 2.eli 250 tl. 4.sınıfta bunu da satıyorsunuz, fiyatı ise o anki piyasa belirliyor. Çenelerdeki dişleri kullandıkça gidip yenilerini almanız gerekiyor, tanesi 4.5 tl olan dişlerden haftada 2-3 tane gidiyor.

Bundan birkaç ay önce, belki bir gün blogumda bahsederim diye yaptığım köprünün resmini çekmiştim. Bilenler elbet olacaktır ancak ben beginner seviyesinde köprünün ne olduğunu anlatmaya çalışayım; ağzınızda aynı çene üzerinde bir veya daha fazla dişiniz eksikse ve boşluğun iki yanında dayanak olarak kullanabileceğiniz dişler varsa, o dişleri "keserek", yani küçülterek hazırlıyorsunuz ve oraya estetiği, konuşmayı ve çiğnemeyi (okuldan arkadaşlarım, zannederim siz de her notun ilk sayfasında yazan bu üç maddeyi her tanıma ekliyorsunuz.) restore edebilmek için bir protez koyuyorsunuz. İşte bunun adı köprü. Yukarıdaki çenede gördüğünüz gibi 1 diş eksik. Biz de bunu tamamlamak için resimdeki gibi bir şey yaptık. bu benim yaptığım, herkesin kendi çenesi, kendi masası var ve dönem sonunda yaptığınız şeyden not alıyorsunuz.




2. sınıfta çene ve aeratör hariç büyük bir para vermiyorsunuz, derslerde kullanacağınız malzemeleri alıyorsunuz bir tek. Bu da haftada 10'ar 20'şer kırpar sizden. Sonuç olarak bana söylendiği gibi senede 4-5 bin liranız gitmiyor.

Bundan başka, öğrencilik hayatı olarak bakarsanız sonuçta bir hastanenin içindesiniz. Öğrenci kısmından çıktığınız an hastaların arasına düşeceksiniz. Dişi ağrıyanları geçin, yemekhaneye gidene kadar cerrahinin, üst caddeye çıkana kadar Onkoloji'nin önünden geçiyorsunuz. Hastalara, kanlı pamuklara, bandajlara, ağlayan hasta yakınlarına hazırlıklı olun. Üzüleceksiniz biraz.

1. sınıf çok rahat. Bu sene sistem değişecek diyorlar ama biz o dönemi yakalayan şanslılardandık. Şöyle ki, dersleriniz en geç 1'de bitiyor, Çarşamba günkü tarih dersi 8.30 - 10 arası. 10'da okul biter mi ya? İşte 1.sınıfta bitiyor. Derslere devam zorunluluğu var, sınıfta 20 kişi olup 75 tane imza olmadığı sürece 1.sınıfta çoğu derse arkadaşlarınıza imza attırabilirsiniz. Sonuç olarak haftanın 3 günü Taksim'e gidiyorsunuz, hatta sonunda bıkıyorsunuz.

1.sınıfta Morfoloji ve Manipülasyon alıyorsunuz. Bu ders, diş hekimliğine adım attığınız, el becerinizi geliştireceğiniz ders. Sabundan dişler oymak, telden yıldızlar bükmek, alçıdan küpler yapmak gerekiyor. Haftanın 1 günü eğlenceli fakat yorucu bir preklinik günü geçiriyorsunuz, o gün 3'te çıkıyorsunuz. Diğer dönemde ise Total Protez dersi alıyorsunuz ki ben hiç sevmem.

2.sınıfta ise teorik dersler ağırlaşıyor. Mikrobiyoloji, Histoloji, Anatomi ve Fizyoloji dersi alıyorsunuz. Temel Tıp Bilimleri dersleri bunlar. Kalan çok oluyor, ama bizde kaldığın dersi bütünleme sınavında verebiliyorsun, o yüzden çok da problem değil.

3. sınıfta ise kliniğe çıkıp hasta bakmaya başlıyorsunuz, onu daha görmedik, görünce yazarım zaten. (4'ü bitirmiş Görkem buradan devam ediyor) 3. sınıfta baktığınız hasta sayısı 4'ün yanında bir hiç. 3-4-5'te hasta bakarken eldiveninizi, maskenizi, hasta önlüğünü okul veriyor. Diğer çoğu şeyi siz alıyorsunuz. Bu da bazı stajlarda haftada 10-15 lira demek. Cerrahi gibi stajlarda ise elinizi kolunuzu sallayarak gidiyorsunuz. Ancak Diş hekimliği fakülteleri üniversitenin gelirine büyük bir katkı sağladığından aslına bakarsanız tüm malzemelerin okul tarafından verilmesi gerekiyor. Bununla ve son sınıf öğrencilerine maaş bağlanmasıyla ilgili olarak TDB Öğrenci Kolu olarak bir dilekçe kampanyası başlattık. TBMM'deki diş hekimi milletvekilleriyle görüştük ve bir yasa tasarısı hazırlandı. Şu anda sonuçlanmasını bekliyoruz, belki sizlere yetişir.

Bir de İngiltere'de yaz okulu, çeviriler, diş hekimliği eğitimi vs konusunda sorular geliyor, bir önceki yazıda bir kısmını cevaplamıştım. Bu yüzden bir Formspring sayfası açayım dedim. Ancak kişisel br sayfa değil, dediğim gibi sadece burada bahsettiklerim ya da bunun gibi konularda soruları cevaplayacağım. Sorunuz olursa sorun yani. Kimse sormazsa da formspring'in sorduğu soruları cevaplarım artık n'apiyim.

http://www.formspring.me/julestheblogger

 Gelecekten gelen edit: Formspring kapanmıştı, şimdi yeniden mi açılmış bir şey olmuş birkaç soru gelmiş o yüzden bu yazıyı da yeniden paylaşıyorum.

4 Haziran 2011 Cumartesi

Bir Çalışamama Bahanesi Olarak Overlok

Dışarıdan bir ses açık penceremden odaya giriyor; sesin tınısı oldukça tanıdık. Biraz düşünüp o sesi daha önce nerede duyduğumu hatırlıyorum. Duyduğum ses overlok minibüslerinden yükselen anonstaki kadının sesiyle aynı. Ancak söyledikleri şeyler farklı. Kulak kesiliyorum ve Kılıçdaroğlu, 4 Haziran, Kazlıçeşme sözcüklerini yakalıyorum. Overlokçudan transfer ettikleri kadınla İstanbul'u karış karış gezen CHP otobüsü bu. Birkaç dakika sonra sesleri duyulmaz oluyor, önümdeki notlara dönüyorum. Ta ki "Başbakan geliyor! İsstannnbul'a geliyor" diyen, dizilerden aşina olduğumuz bir dublaj sanatçısının sesine benzeyen bir erkek sesi ve arka fondaki türküyü duyana kadar. Böylece, ders çalışma maceram da hüzünlü bir şekilde son buluyor..



Malum, bu aralar final dönemi. Herkes harıl harıl ders çalışıyor. Benim de bu Pazartesi Mikrobiyoloji sınavım var, şu günlerde sürekli ders çalışmam gerekiyor. Ancak hızımı kesen bazı nedenler var. Ben de ders çalışırken aklıma takılan bu konuyu kendimce irdelemeye karar verdim. Biliyorum ki benim gibi daha binlerce öğrenci, masaya oturup çalışamamaktan şikayetçi. Evet çocuklar, bu yazı belki hepimizin sorunlarını görmesini ve çözüm bulmasını sağlayacak. Daha aydınlık bir Türkiye için, hemen başlıyorum.

Ders Çalışamama Nedenlerim:

1) Dışarıdan Gelen Sesler: Bunu yukarıda yazdım zaten. Ha bir de güzel havayı fırsat bilip bahçelerde çığlık çığlığa oyun oynayan çocuklar var, ama onlara alıştım artık.

2) Sürekli Acıkan Karnım: Bilenler bilir, ortalama değerlere göre oldukça zayıf olduğum söylenebilir. Özellikle teyzelerin "kızım bu ne hal, biraz yemek ye" laflarına alıştım. Ancak işin gerçeği hiç öyle değil. Karnımda kurt olduğunu düşünmüyor değilim, çünkü sürekli bir şeyler yemek istiyor ve istesem bile kilo alamıyorum. Çikolata bisküvi gibi, tatlı şeyler tercihim. Bunun için sürekli mutfağa uğramam gerekiyor ve yerken de ders çalışamadığım için çalışmam yine bölünmüş oluyor.

3) iPad: Apple'ın son dönem numaralarından (hatta 2.sini
çıkararak benimkinin pabucunu dama attı) olan bu alet bende var. Hayır ne e-book okumak için kullanıyorum, ne navigasyon cihazı olarak, ne de derslerime faydası var (ancak geçen dönem anatomide baya işime yaradı, eğer anatomi görüyorsanız ve iphone, ipad sahibiyseniz mutlaka anatomi application'larına bakın derim). Ben ipad'i en çok oyun oynamak için kullanıyorum. Canım sıkılınca hemen elime alıyorum ve en az yarım saat oynuyorum. Yemin ederim kuş fırlatmaktan, hamburger yapmaktan, direksiyon sallamaktan elimde kolumda derman kalmadı. Bu yüzden aleti anneme teslim ettim ve benim bilmediğim bir yere kaldırdı, o yüzden kendisinin değil kutusunun fotoğrafını koydum hatta. Çocuk musun sen demeyin, gerçekten de ders çalışma sürem %50 oranında arttı. Gördüğünüz gibi sadece sorun değil, çözüm de üretiyoruz.

4)Etrafımda İnsanların Olması: İnsan dediğimiz şey sosyal hayvan. Benim de sağolsunlar güzel arkadaşlarım, hoşsohbet aile üyelerim var. Mesela kütüphanede arkadaşlarımla bir masanın çevresinde çalışırken ne kadar suskun kalabilirim? Ya da evde çalışırken aklıma gelen bir olayı içeriye gidip bizimkilere anlatmadan ne kadar durabilirim? Evet bunları yapamıyorum. O yüzden en iyi tek başımayken çalışıyorum, ben bugün bunu anladım. Gerçi yurttaki oda arkadaşım Pınar (a.k.a. en iyi arkadaşım) çalışma tarzı ve disipliniyle beni çalışmaya teşvik ediyor, ancak çalışırken aklıma gelen şeyleri onla paylaşmadan duramıyorum. Ya da ikimiz birden sıkılıp köpük balonlar yapmaya, odada dans etmeye başlıyoruz. Yine de onunla çalışmanın da kendi kendime çalışmaya nazaran çok avantajı var. Bu arada seneye onun yurda gelmeme ihtimali var, ona üzülüyorum. Neyse bu başka bir konu.

5) Resim çizmek/yazı yazmak: Bu aralar ders çalışırken canım sıkıldığı zaman resim çiziyorum. Yandaki çizimimi görüp ne olduğunu anlamlandıramayacak okuyucular için söylüyorum- maalesef birçok kişi bu çalışmamda ne anlattığımı anlamadı - burada bir hasta ve elinde presele tutturulmuş pamuk tampon tutan bir diş hekimi görüyoruz. Resmi anlamayanlar; 80 yıl sonra bu çizimler çok değerlenecek haberiniz yok! Bu yazının fikri de ders çalışırken geldi. Sürekli ne yazacağımı düşünmeye başladığımda, çalışmayı bırakıp buraya geldim. Zira "Yazmasaydım ölecektim." eheh.


6) Telefon, internet:
Bu madde sanıyorum ki her Türk gencinin problemi. Bedava her yöne mesaj paketleri peydah olduğundan beri herkes herkese mesaj atar oldu. Eskiden bir mesaj 2 kontördü, soracağını sorar, cevabını alınca da hoşçakal anlamında bir kez çaldırırdın. Hatta "nasılsın?" demek için 2 kez, "iyiyim" için 3, "kötüyüm" için 4 kez çaldıranlar biliyorum. Her neyse, özellikle final döneminde "sayfa 43teki bakterileri ezberledin mi?" "hoca bilmemne konusunu ne kadar anlattı üstünde durmadıysa geçicem" mesajları havada uçar. E telefonunu bir kenara koyayım desen o da olmuyor, senin de birine işin düşüyor. Velhasıl kelam, bu telefon işi de bizi çok bozdu.

İnternet, özellikle Facebook ise final dönemlerinin vazgeçilmez oyalayıcılarından. Özellikle artık telefonlardan falan da internete girildiği için insanlar saate bakar gibi facebook'a bakıyor oldular. ipad hayatımdayken ben de bu kategorideydim, ancak şimdi laptop'u açmak zor geldiğinden hiç bulaşmıyorum. Mutluyum, teşekkürler.


7) Hangi kalemi kullanayım diye düşünmek: Bu madde bir şaka değil. Komik hiç değil. Bu, benim en büyük sorunlarımdan bir tanesi. Şöyle ki notlarda önemli yerleri fosforlu kalemle çiziyorum. Ancak başlıklar ve diğer kısımlar olmak üzere iki ayrı renk kalem kullanıyorum ve elimde bir sürü kalem rengi var. Yeni bir nota geçtiğimde bir süre çeşitli renk kombinleri deniyor, en uygununu bulmaya çalışıyorum. Her notta farklı iki renk kullanmaya çalışıyorum. Bu da baya zamanımı alıyor tabi.

8) Not Çıkarmaya Başlayıp Sıkılmak: Ders çalışmaya yeni başladığımda, içimde bir heves oluyor. "Bugün bu konuları bitiririm, ooh sınava girmeden de çıkmış sorulara baktım mı tamam" diye hesaplar yapıyorum. Bezen, çalışırken önemli gördüğüm yerleri not almaya karar veriyorum. Bu birkaç sayfa böyle gidiyor. Sonra hızım kesiliyor, yazım çirkinleşiyor, göz kapaklarım ağırlaşıyor. Çünkü not çıkarmak çok uzun ve sıkıcı bir iş. En sonunda "Ben bu konuyu anlamıyorum" diyerek çalışmayı toptan bir kenara bırakıyorum. En iyisi not çıkarmayı boşvermek derim.

İşte benim ders çalışamama nedenlerim bunlar. Kimi zaman bunların üstesinden gelecek kadar şanslı oluyorum, ama bazen de bu etkenler birleşip beni yeniyor ve aklım ancak sınav öncesi etraftakilerin konuşmalarından onların ne çok şey bildiğini, benimse bu konuşulanları daha önce hiç duymamış olduğumu anlayınca başıma geliyor.

Hepinize iyi çalışmalar diliyorum.

Görüşürüz.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...