21 Temmuz 2011 Perşembe

Amerika Vizesi

Gözümü açtığımda saat 07.14'tü. Tatil başladığından beri 3.30'dan önce yatmayan ben, önceki gece 1.30 sularında yatağa girerek gözlerimi kapatmış, ancak zihnimi bir türlü susturamamıştım. Buna halk arasında "uyuyamamak" da deniyor olabilir. Kahvaltı falan etmeyip, saat 9'da Amerikan Konsolosluğu'ndaki randevuma yetişebilmek için yola çıktık. Daha önce 27 Haziran'da olan randevumu, gireceğim tek bütünleme sınavının da aynı güne denk gelmesi nedeniyle erteletmiş, 19 Temmuz'a anca yer bulabilmiştim. Annem ve babam da bana eşlik ediyordu, ikisinin de vizesi vardı, dolayısıyla vize görüşmemde tek başıma olacaktım. Daha önce de İngiliz Konsolosluğu'nda bu deneyimi yaşadığım için pek heyecanlı değildim, yine de biraz ciddi bir kıyafet giymeye özen gösterdim.


Oraya 8.30 civarında vardık. Arabayı "Bu sokağa park etmeyiniz, arabanız çekilir." tabelasının hemen altına bıraktık.İstanbul'daki Amerikan Konsolosluğu İstinye tarafında (bu aralar bu semtten ne çok bahseder oldum), bir tepenin üzerine kurulu heybetli bir bina. Yolun karşısında, vize için bekleyenlerin dolup taşırdığı küçücük kafeler var. Karnım guruldamaya başladığı için, kafeden bir tost aldım ve etrafı gözlemeye başladım. Konsolosluktan çıkanlar ya yüzlerinde büyük bir gülümsemeyle çıkıyor, ya ifadesiz bir şekilde yürüyüp gidiyordu. Peru Konsolosluğ u'na* geldiğini sanan bir kızcağızın şaşkın bir ifadeyle "Adam benimle İngilizce konuştu" diye bir laf ettiğini duydum.

Kapıda bir (Türk) adam duruyor, gelenlerin isimlerini kontrol edip yapması gerekenleri tarif ediyordu. Tostumu bitirmeye yakın, içeri alımları durdurdular. Neyse ki 15 dk sonra içeri ilk giren bendim. Güvenlik görevlisi iki kulağında büyük halka küpeleri olan, sakallı (erkek yani) ve tabi ki kaslıydı. Bana eşyalarımı bırakıp dedektörden geçmemi söyledi. İçeri telefon almadıklarını bildiğimden, yanımdaki tek eşya annemin elime tutuşturduğu, içinde dosyalar olan ve almamakta direttiğim ancak yenildiğim Converse torbasıydı. Talimatlara uyarak üst kata çıktım, gayet suratsız bir görevliden sıra numaram olan 87'yi aldım ve beklemeye başladım. Bankalardaki sistem gibi, sıranızı tabeladan takip ediyor ve sıra size geldiğinde ilgili gişeye gidiyorsunuz. İlk seferinde 87 çabuk geldi, gidip evraklarımı teslim ettim. Sonra bir daha sıra bana geldi, ne kadar hızlı ve kolay ilerlediğini düşünerek gişeye gittim.


Burada parmak izi verecektim. Görevli, çok tatlı ve çekik gözlü bir Amerikalıydı. Bana "Please put your forefinger on the screen"-Lütfen işaret parmağınızı ekrana koyun- dedi. Dediğini yaptım. Ancak bu sefer hareketle göstererek "FOUR fingers" dedi. Meğer four'u (dört) fore olarak anlamışım. Daha sonra "Please put your thumbs on the screen" dedi. Thumb( baş parmak)'ı üstüne basa basa ve göstererek söyledi. Ah dedim, kadın ben İngilizce bilmiyorum sandı işte. O an kendimi kaybedip çevirilerimden söz açmayı düşünüyordum ki, toparlandım ve thank you derken "th" sesinde dilimi dişlerimin arasına koyarak bu açığı kapatmakla yetindim. İnsanların böyle zayıf noktaları çok komiğime gidiyor -kendim olsam da-, bi daha görmeyeceğin birine bile hava atmaya çalışmak çok ilginç bir şey bence.

Esas bekleyiş bundan sonra başladı. Bu zamana kadar içerideki sandalyelerde beklerken, şimdi dışarı çıkmam ve orada beklemem söylenmişti. Dışarı çıktım. Benimle beraber yaklaşık 25 kişi daha bekliyordu. Sıra 67'lerdeydi, demek bana daha 20 kişi vardı. Ben ve Amerikan Rüyası'nı yaşamak isteyen bu insanlar, yaklaşık birer saat burada beklemek durumundaydık. Hem uçak biletine o kadar para ver, hem 15 saat uç, hem de bu kadar uğraş, yok yaa.. deyip yerimden kalktım, çıkıp gittim. Desem çok ilginç bir hikaye olurdu değil mi? Kalkmadım tabi, bal gibi de oturup bekledim. Etrafımda ilginç hikayeler yakalarım diye kulak kesildim, ancak kimse konuşmuyordu. Hiçbir hata yapmamak ve vizeyi alabilmek konusuna o kadar odaklanmıştık ki, herkes "makul" davranıyor, kimse yerinden kalkıp manzarayı bile izlemiyordu.

Biraz bekledikten sonra, içeriden benim yaşlarımda bir kız çıktı. Kız oradaki korkuluklara dayanıp hıçkırarak ağladı. Beş dakika boyunca hıçkırıklarını dinlediğimiz bu kızın yanına kimse gitmedi. O da içini çeke çeke asansöre doğru yürüdü, neden ağladığını öğrenemedim.

Sıram yaklaşınca beni içerideki salona aldılar. Kendime cam kenarında bir koltuk seçtim ve beklemeye başladım. Bana sıra gelmesine 3-4 kişi vardı. Bu sırada öndeki koltukta küçük bir kız çocuğu dikkatimi çekti. En fazla 2 yaşında olan bu kız, en sevmediğim şeylerden biri
olan "küçük çocukların toplu yerlerde saçma şeyleri yalaması" fiilini gözlerimin önünde gerçekleştiriyordu. Tam "Yapma!" diye bağıracaktım ki, babası kızı koltuğun demirlerinden uzaklaştırdı.


Sonra da saçları iki yandan toplu (annemin deyimiyle iki keçi saçı) 5 yaşlarındaki büyük kızına kitap okumaya başladı. Ancak kitap İngilizceydi. İlk olarak ailenin yabancı olduğunu düşündüm, ancak annenin küçük kızıyla Türkçe konuşmasını duyunca bundan vazgeçtim. Bu konuyla daha fazla ilgilenmeyerek dışarıyı izlemeye devam ettim. Sıra bu aileye gelince, çoluk çombalağı toparlayıp gişeye gittiler. Tesadüfen gişe de tam önümdeydi. Bu gişelerde görevliyle
aranızda bir cam var. Belgeleri alttaki delikten uzatıyorsunuz. Görevli sizinle mikrofondan konuşuyor. Hal böyle olunca da her dediğini duyabiliyordum.



Buradaki memurların şöyle bir özelliği var, her gelenle önce İngilizce konuşuyorlar. Baktılar karşısındaki bön bön bakıyor, bu sefer "Can you speak English with me?" diyerek durumu teyit etmeye uğraşıyorlar. Lakin İngilizce bilmeyen birine İngilizce olarak İngilizce bilip bilmediğini sormak, hem bir tekerleme olur hem de abesle iştigal. Bundan sonra, İngilizce bilmeyenlerle Türkçe konuşmaya çalışmaya başlıyorlar yahut bir tercüman çağırıyorlar.

Konuya dönecek olursak, ilk önce kadının Yüksek Lisans'ını Seattle'da (Amerikan aksanıyla, Sieaadıl diyeceksiniz) yaptığını, evlenince soyadı değiştiğinden tekrar alması gerektiğini falan öğrendim. Araba kiralayıp bilmemnereleri gezeceklerini anlattı, görevli de yolda kenara çekip manzarayı izlemeleri gerektiğini falan söyledi. Neyse, sonra sıra geldi annenin çocuğuyla övünme seansına. Adama kızının da İngilizce bildiğini söyledi. Görevli "Oo really? Do you like learning English?" gibi sorular sormaya başladı küçük kıza. Kız da mır mır "Yees" "Noo" lar ile cevaplıyordu. Kızın Filipinli bakıcısının ona İngilizce öğrettiğini öğrendik. En sonunda da anne kıza "Hadi amcaya başkanın ismini söyle" dedi. Ne diyeceğini merakla bekledim. Kız sonunda güç bela "Barack Obama" dedi. Hey allahım. Az kalsın oracığa kusacaktım ki aile vizeleri onaylanmış bir şekilde orayı terk etti.

Bu sırada birinin "Seksen yidi" diye bağrındığını duydum. Evet bu bendim! Tabelada numaram çıkmamış, görevli de tatlı aksanıyla beni çağrıyordu. Hemen kalkıp gişeye doğru gittim. Nasılsınız iyi misiniz hoşbeşinden sonra görüşme başladı. Görevli bana daha önce gittiğim ülkeleri, ne iş yaptığımı, kaçıncı sınıf olduğumu, babamın ne iş yaptığını sordu. Sonra da "Vizeniz onaylanmıştır" deyip bastı damgayı. En kısa görüşmelerden birini yapmıştım. Çıkmadan UPS Kargo standına adres bilgilerimi bırakıp, kuşlar gibi özgür hissederek binadan çıktım. Bir 10 sene daha buraya uğramamayı umuyordum. Lakin o sırada kadının sözleri aklıma geldi; evlendikten sonra vizem kaybolacaktı. Ya evde kalacağım, ya evlenince Amerika'ya gitmeyeceğim herhalde. Ha bu arada, vizem de bu sabah geldi. Hadi. Öptüm.


*Peru'nun da konsolosluğu mu varmış demeyin, sizin için araştırdım ve fahri konsoloslukları olduğunu öğrendim. İşte İstanbul'dakinin adresi: Tekstilkent, Koza Plaza, A Blok , Kat: 22 D: 83 - 34235 Esenler - Istanbul Evet, İstinye'de, Taksim'de-İngiltere gibi- yahut Gümüşsuyu'nda-Almanya gibi- olmayabilir, ne olmuş yani.

3 yorum:

Taurus Skywalker dedi ki...

Sevindim, hadi hayırlı olsun Jules. Bende bir aksilik olmazsa önümüzdeki sene 1 aylığına Amerika yollarına düşeceğim. :) (DP Taurus)

jules dedi ki...

Teşekkür ederim. Size de iyi şanslar vize görüşmenizde

mücrim dedi ki...

Yaklaşık 1 sene önce almıştım tamamıyla aynı şeyleri yaşamış.Keşke o çocuğuna Obamanın ismini söyleten anneye ''Amerikadan dönerken yerleri yalamayı unutmayın size iyi gelir'' deseymişin.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...