24 Eylül 2011 Cumartesi

Californication -3-: Los Angeles

Yeni bir ülkeye gittiğim zaman toprağa bastığım ilk adımı kendi kendime çok önemserim. Sağ ayakla basarım mutlaka, havayı içime çekerim, etrafa (apronda da ne olacaksa) bakınırım, böyle saçma sapan triplere girerim. Amerika uçağından inerken o kadar uzun süredir gün yüzü görmemiştim ki, ışığa ve bacaklarımı istediğim gibi hareket ettirme özgürlüğüne kavuştuğum için bu ritüelimi atladım. Terminale vardığımızda gördüğümüz uzun pasaport kontrol sırası bizi o günün geri kalanı için kurduğumuz gezme hayallerine veda ettik. Sıranın en arkasına geçip kaderimize razı olmuşken babamla ben daha kısa görünen ama aslında "kaynak" olan bi sıraya geçtik. Annem, teyzem, eniştem ve kızlar arkada kaldı.


Beklerken önümüzdeki onlarca Çinli'nin sırayla bankoya gitmesine ve doldurduğumuz formlarla ilgili mutlaka ama mutlaka bir hata yaptığı için görevli tarafından uyarılmasına ve 1 dk.lık işin 10 dk'ya uzamasına şahit olduk. İstisnasız hepsinde olur mu ya? Oldu. Biz de bekledik. Sıra babamla bana gelince, babamın beni arkadan dürtüklemeleriyle, itmeleriyle pasaport memurunun yanına gittim ve en ince sesimle karşımda duran ve bana bir sinek kadar bile değer vermediği yüzünden okunan adama "ii şiy binim annimler arkada kaldı da gilsiler olur mu ıcıba?"dedim. Adam kafasını 30 sn sonra kaldırdı. "Nasıl oldu da ayrı düştünüz?" dedi. Ama öyle bir bakıyor ki, ben bütün İngilizceyi, hatta düşünmeyi unuttum. Böyle bir 5 sn hiçbir şey demeden bön bön adamın yüzüne baktım. Malum, gümrüklerde eğer memur istemezse seni ülkeye sokmayabiliyor, o yüzden her pasaport kontrolünde sanki bir şeyi yanlış yapmışsın gibi bir hisse kapılıyor insan. Sonunda toparlandım ve "Çok kalabalıktı nasıl oldu anlamadık.." gibi bir şeyler geveledim. "Çağır gelsinler" dedi. Artist sanki Obama ya. Türkiye'de böyle pahalı mağazalardaki satış elemanlarının bir tribi olur ya, sanki mağaza sahibi oymuş gibi. Halbuki oradaki 1 çift ayakkabı onun 1 aylık maaşıdır, aynı öyle.



Neyse hiçbir sorun çıkmadan herkes kontrolden geçince araba kiralamaya gittik. Yüzlerce araba denedikten, hepsiyle bir tur attıktan sonra çok büyük olduğu için Dodge'u eledik ve biri beyaz biri siyah birbirinin aynısı iki Cherokee kiraladık ve otelimize doğru yola koyulduk (navigasyon yardımıyla tabi). Otel havaalanına yakın bir yerdeydi. İlerledikçe buraların tam bir Latin mahallesi olduğunun farkına vardık. Zaten kaldığımız süre boyunca yemek yediğimiz, alışveriş yaptığımız yerlerde çalışanların çoğu Latin'di. Amerika ucuz iş gücünden yararlanmak için boşuna Meksikalılar'ın göçüne göz yummuyor.

Otele vardığımızda bütün yolculuk boyunca dikkatimi çekecek olan, hatta bazen sinir olacağım bir gerçekle karşılaştık, tüm çalışanlar size "you guys" diyor. "You guys can have your breakfast at 7 to 10 pm" "You guys can wait here while I bla bla" "You guys want me to make it a combo?" diye diye bizi böyle sanki askerlik arkadaşları, kapı komşuları yerine koydular. Bizde "siz" denir ya tanımadığın kişilere, efendim denir, hanımefendi falan denir. İngiltere'de de "sir" deniyor, "miss" deniyor. Ama burada 20 yaşındaki tezgahtar kalkmış 60 yaşındaki çifte "you guys" diyor. Ama onun dışında mağazalardaki organizasyon ve çalışanlara verilen eğitim süper, onu da anlatacağım. Neyse, otele eşyalarımızı bıraktık ve arabaya atlayıp şehir merkezine doğru yola koyulduk.

O gün Cumartesi olduğundan, e havanın da hafif kararmaya başlamasıyla Walk of Fame denen, Kodak Theatre'ın falan da olduğu yol hareketlenmeye başlamıştı. Biz gittiğimizde Amishler gibi giyinen ancak öyle olmadıklarını iddia eden bir grup ilahiler söylüyordu. Dağıttıkları broşürlerden aldığımda annem sanki o an onları bırakıp üzerime o bir örnek siyah elbiselerden giyip saçlarımı örecek ve onlara katılacakmışım gibi "bırak o elindekini bırak bırak" diye söylenmeye başladı.


Onlardan başka, Cindrella'dan tutun Iron Man'e kadar onlarca karakter fotoğraf çektirmeniz için ortalıkta dolaşıyordu. Uykudan ayakta zor durduğum için bunlara fazla dikkat edemedim. Neyse hemen yemeğimizi yedikten sonra otele gittik, valla uzun süredir bu kadar güzel bir uyku çekmemiştim.












Ertesi gün Universal Studios'a gittik, ki bundan sonraki postta bir tek onu anlatacağım.Ondan sonraki 5 gün boyunca Las Vegas ve San Francisco'yu gezdikten sonra bir kez daha döndük Los Angeles'a. Bu sefer de aynı cadde üzerindeki Graumann's Chinese Theatre'a uğradık. Bu binanın bahçesinde tanıdığımız bir sürü film yıldızının el ve ayak izleri vardı. Etraftaki dükkanlarda ise yerdeki ayak izlerinin haritası vardı. Tabi ki o saçma şeye para vermek yerine şöyle bir bakıyor gibi yapıp Marilyn Monroe, Frank Sinatra gibi isimlerin yerlerini ezberledim ve yerine koydum. (yukarıdaki iki fotoğrafta Tom Hanks ve Marilyn Monroe -prefer blondes demiş- var, büyütüp bakabilirsiniz) Aynı yerde "ünlülerin evleri" haritası da vardı ancak babam "Biz ne gideceğiz ya, onlar gelsin" diyerek klasik bir baba tepkisi verdi ve Justin Timberlake'i, Angelina&Brad'in çocuklarını, kocasından boşanan Jennifer Lopez'i görme şansımı elimden aldı.

Aynı gün Kodak Theatre'ın içine girme fırsatımız oldu. Alt katta bulunan Hard Rock Cafe'den kendime bir tişört almadan geçmedim, ne de olsa yurt dışına çıkan her Türk gencinin yapmadığı takdirde oraya gitmiş sayılmayacağı bir eylemdi bu. Bir de Los Angeles'ın çok güzel bir alışveriş merkezi var, adı The Grove. Üstü açık bir yer ve sokak sokak düzenlenmiş. The Cheesecake Factory diye adının bile mükemmel bir lezzeti çağrıştırdığı cafe'de bir cheesecake yiyememiş olsam da bu açlığımı Apple Store'un sunduğu ürün yelpazesiyle doyurdum. Sokaklardan geçen tramvayı ve ışıklandırmalarının mükemmelliğiyle The Grove, hiç sıkılmadan gezebileceğiniz bir alışveriş merkezi. Türkiye'de her köşe başında açılan "AVM"lere bakınca içinizin acımasına sebep olacak türden bir yer.



Elbette oraya kadar gidip meşhur Hollywood tabelasında fotoğraf çekmeden olmazdı. Gerçi benim ısrarlarım olmasa bizimkiler onu da yapmayacaklardı sanırım. Yolculuk gününün sabahında oraya gitmeye karar verdik. Şimdi orada fotoğraf çekeceğiz tabi, öyle yolculukta giyeceğimiz kıyafetlerle olmaz diye düşündüm ve bir gün önce aldığım ve ince bir uzun kollu olduğunu sandığım yünlü kazağımı giydim. Arabayı park edene kadar her şey normaldi. Ancak klimayı kapatıp o arabadan indikten sonra esas çilem başladı. Çünkü tabelayla güzel bir fotoğraf çekmek için baya bir yokuş tırmanmak, toz toprakla bütünleşmek ve güneşe yaklaşmak gerekiyordu. Ancak diğerlerini ısrarla ben buraya kadar getirdiğim için şikayet etmeye hakkım yoktu; en önden çıkmaya başladım. Oraya çıktığımızda babamın makinesiyle yapacağımız bir moda çekiminin hayallerini kuran ben, babam oraya çıkana kadar sıcaktan kütlesinin yarısını kaybetmiş olduğundan 3 adet pozla yetinmek zorunda kaldım.



Los Angeles'tayken izlediğiniz tüm filmlerin çekildiği, dünyanın en prestijli sinema ödüllerinin verildiği ve tüm o yıldızların yürüdüğü yerlerde bulunmak, Marilyn Monroe'nun ayağını koyduğu yere basmak, el izini kendinizinkiyle kıyaslamak (tabi ki elimi yerlere sürmedim, bunu yapmayacağımı beni tanıyan herkes zaten tahmin etmiştir) kimi zaman insana ilginç gelse de, Rodeo Drive, Beverly Hills gibi yerlerden uzaklaştıkça, zenci mahallelerini, eski arabaları gördükçe şehir normalleşmeye, o ulaşılmaz niteliğini yitirmeye başlıyor.

Yine de Los Angeles bence çok hareketli, aynı zamanda güzel, bir yanında Steven Spielberg'ün yıldızı, bir yanında sokakta uyuyan evsizleriyle içinde bir çok tezat barındıran ilginç bir şehir.

Bu arada biliyorum ki yazıları aksattım ama bu sefer İspanya yazıları gibi yapmayacağım, hepsini tek tek yazacağım. Ama bu sefer gecikmesinin bir bahanesi de var: okulum başladı ve bugün ilk hastama baktım. Tabi o da bir yazı olarak burada yerini alacak. Görüşürüz çocuklar, i luv you guys.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

ben de daha bugün ingilizcesi iyi olan bir arkadaşıma hocaları yolda gördüğümde nasıl hitap etmem gerektiğini sormuştum;sir mü desem professor mu desem ki belki prof değildir adam diye,o da bana ismiyle hitap et dedi ama koskoca hocaya nasıl naber john diyim yani
meğer adamların kültürü böyleymiş ya.
bu açıdan postun zamanlaması çok iyi oldu bi de

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...