12 Eylül 2011 Pazartesi

Californication -2- : Yolculuk


Uyandığımda tek düşündüğüm o gün dünyada belki de en çok gidilmek istenen ülkeye gidecek oluşum değil, karnımın açlığıydı. Önceki gece karnımın açlığını bastırmak için uygun bir şey bulamamış, çoğumuzun uyguladığı bir taktik olan ve Ramazan ayında ülkemizde tavan yapan"acıkınca uyuma"yı uygulamıştım. Uyandığımda tek derdim, bir şeyler yiyebilmekti. Ama annemin hiç kahvaltı hazırlayacakmış gibi bir durulu yoktu. "Ee, yemiyor muyuz?" dedim. "Yoo, orada yiyeceğiz." dedi.

Acıktığım ve bir şey yiyemediğim zamanlarda, vücudumun stoktan tükettiğini düşünüp duruyorum. Bir an önce yemezsem zayıflayacağıma inanıyor, üzülüyorum. ( ne yapayım kızlar 1.70cm/47kg). Kenan abim gelip bizi aldı, Cumartesi sabahı saat 9 olduğu için yollar açıktı, kısa sürede havaalanındaydık. Tatile birlikte gideceğimiz teyzem, eniştem ve bir diğer kuzenim Ece (maalesef abisi Batuhan'ın vizesi çıkmadığı için bizimle gelemedi) ile buluştuk. Check-in'leri hallettikten sonra kart sahiplerinin yararlandığı Lounge'lardan birine gittik ve karnımızı doyurduk.



Kısa süre sonra uçaktaydık. Daha önce hiç bu kadar uzak bir yere uçmamıştım. Bu kadar büyük bir uçakla da uçmamıştım. Koltukların arkasında ekran olan uçakla ise hiç uçmamıştım! Kardeşim Zeynep, Ece ve ben yanyana oturduk ve bize Survivor'daki ödül yemekleri gibi gelen, 14 saatimizi geçireceğimiz uçakta bize eşlik edecek bu ekranları incelemeye koyulduk. Müzik kısmında Adele'den The Beatles'a geniş bir yelpaze sunan uçak, Dizilerde HIMYM, Friends, House, hiç izlemesem de Gossip Girl gibi seçenekler sunuyor, filmlerde ise çeşitliliğiyle gözlerimi yaşartıyordu. Tek eksiği "Coming Soon" yazan Wifi özelliğiydi. Ha bir de unutmadan, tüm uçak yolculuklarındaki klasik harita görünümünün yanı sıra, öndeki ve alttaki kameralarıyla size kalkışta ve inişte mükemmel görüntü sağlıyordu.

14 saatlik yolculukta toplasan 2 saat uyudum. Bunun dışında 5 dizi, 2 film izledim. Kalkıp dolaştım, First Class'ta koltuklarını yatak yapmış uyuyan insanlara kıskanç bakışlar fırlattım. Kalktıktan birkaç saat sonra annemler "hadi tuvalet kirlenmeden girin" deyip duruyorlardı. Ama ben kaç kez girdiysem hiç pis görmedim. Hep mis bir koku karşılıyor beni, bir sürü peçete, kaliteli el sabunu, hatta elimi yıkadıktan sonra sürdüğüm el kremi bile vardı. Ben böyle canım sıkıldıkça tuvalete gidip kremleniyor, annemin laflarına da anlam veremiyorken anlaşıldı ki; ben business tuvaletine giriyormuşum paşalar gibi.

Gidişte Türkiye saatiyle sabah 11'de bindik, Los Angeles saatiyle 14'te indik. Yani teorikte 3 saat, pratikte 14 saat geçmişti. Önümüzde bizi bekleyen uzun bir pasaport kuyruğu (bi sonraki yazıda anlatacağım) ve araba kiralama vardı. Akşam olduğunda artık ayaklarımın altından yer kayıyor gibi olmaya başlayınca, jet-lag'in ne demek olduğunu öğrendim.


Bu arada uçak yemeklerine gelince, THY'den iyisini tanımam. Avrupa ve Amerika havayolları yanına bile yaklaşamıyor. Bize 2 öğün yemek verdiler, ikisi de birbirinden güzeldi. İç hatta da dış hatta da, Do&Co harikalar yaratıyor (hayır reklam için para almadım) hele dönüşte LA-Londra uçuşunda United Airlines'ın verdiği garip şeylerden sonra (kahvaltı için: ahududulu yoğurt, muz, kötü bir bisküvi ve kek) THY'nin Londra - İstanbul uçuşunda verdiği etli püreli zeytinyağlı fasulyeli yemek hayatımızın en güzel yemeği oldu. Zaten geçen sene de Londra-İstanbul uçuşumda (sanki pilot benim, "uçuşuM") 2 ay sonra yediğim ilk Türk yemeğinden sonra neredeyse ağlayacaktım.

Dönüş yolculuğumuz Los Angeles-Londra, Londra-İstanbul şeklinde aktarmalıydı. İlk kısmı United Airlineslaydı; yalnız bizim bilette yazan kişi başı 2 parça bagaj hakkı bu havayolunda tek parçaya indiriliyordu. Ama biz 2 bavul gidip 6şar bavulla dönen iki aile olarak bu kadar çok bagaj parası ödemek istemiyorduk. Bunun üzerine THY Los Angeles İstasyon Müdürü bize yardımcı oldu, bavullarımızı eve teslim etmek üzere aldı. Biz de elimizi kolumuzu sallayarak İstanbul'a kadar geldik.

Uçakta henüz gösterime girmeyen ve Ekim sonunda başlayacak Once Upon a Time ve Revenge dizilerinin ilk bölümü vardı. Yalnız bu bölümler sanırım bu uçaktan başka bi yerde yok.
Londra Heathrow Havaalanı'nda geçen seneki anılarım canlandı, Harrods'ta, W&H Smith'te vakit geçirdim. Poundlar ve pencelerle alışveriş yaptım. Oradayken hep yediğim hazır makarnalardan yedim. Hatta konuşurken aksanımı bile değiştirmişim, hala benimle dalga geçiyorlar.
Sonra da THY'nin o tanıdık uçağına binip güleryüzlü hostesler, Türkçe gazeteler eşliğinde İstanbul'a indik.

Bu sadece gidiş dönüş yolculuğunu anlatan bir yazıydı, devamı gelecek. Görüşürüz..

1 yorum:

Adsız dedi ki...

puhahah paşalar gibi bussiness class laabosuna girmiş ya puhahah.
thy bizim vergilerimizialıp size etli püreli zeytinyağlı dolma yapıyo,kalan parayla da apronda deve kesiyo(siyasi hiciv).
çok güzel olmuş yazı bu arada.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...