31 Ekim 2010 Pazar

Eski Balerin, Yeni Ot.

10 sene önce bir yaz günü Balıkesir'de bulunduysanız eğer, belki elinde yeni çıkmış olan Harry Potter serisinin ilk kitabını taşıyan, anneannesinin koluna sımsıkı tutunmuş ve gözlerini kitabın sayfalarından ayırmayan bir çocuk görmüşsünüzdür. Büyücü dünyası ve fantastik edebiyatla ilk kez tanışan bu çocuk, yaklaşık 5 yaşından beri eline geçirdiği kitapları okumadan bırakmayan, ondan önce de etrafındakilere "Oku!" diye baskı yaparak aynı kitabı binlerce kez dinleyip ezberledikten sonra da resimlerine bakarak kendi kendine sesli bir şekilde bunları tekrar ederdi.
Kitapları her zaman sevmişti, ancak böylesini daha önce hiç görmemişti.

Harry hem onun yaşlarındaydı, hem de hayalindekinden bile güzel bir dünyada yaşıyordu. Büyüler, baykuşlar, cüppeler, sihirli hayvanlar, süpürgeler havada uçuşuyor, başını döndürüyordu küçüğün. Kitap bitti, yetmedi, bir daha okudu, sonra bir daha.

O günlerde bu çocuk hem sınıfının en başarılı öğrencisiydi, hem bale/modern dans gibi şeylerle uğraşıyordu, hem kendi kendine org çalıyordu, hem resim yarışmalarına katılıyordu, hem de İngilizce tiyatrolarda aksanı en düzgün olanlara verilen sunuculuk görevini üstleniyordu. ÜstleniyorduM.

Evet tahmin ettiğiniz gibi o çocuk bendim. Üstünden 10 sene geçti neredeyse, üniversite öğrencisi oldum. Peki şimdi ne oldu?
Hangi bölümde okuduğumu sorduklarında verdiğim cevaba aldığım "Oo, çok iyi." tepkisini daha önce hiç hesaplamamıştım. Tabi "Ben aslında endüstri mühendisliği istiyordum, hem istediğim yerlerin puanı daha yüksekti." açıklamasını kendime saklıyorum, karşımdaki insanın o an için gururumu okşaması hoşuma gitmiyor değil.

Okuduğum lise, Türkiye'nin oldukça iyi bir anadolu lisesiydi -Adnan Menderes A.L.-. Ancak Bahçelievler'in ücra bir köşesinde, etrafında gençlerin ilgisini çekecek belki de tek şeyin McDonalds olduğu bir yerdeydi. Kulüp çalışması, gezi tarzı şeyleri pek yoktu, hatta sahip olduğu şeyler küçük bahçesine sıkıştırılmış bir kantin, okulun etrafında dönüp duran, ya da okulun jargonundaki adıyla "tavaf eden" öğrencileri ve birkaçı dışında "ders bitse de gitsem" diye düşünen öğretmenlerinden ibaretti.
Ortaokulda hamlanmaya başlayan bünyem, lisede derslerinde sınıfın orta seviyelerine gerilemeye başlamış, müzik kulağı zayıflamış, bacaklarını değil açmak, esnetmeye bile üşenir olmuştu. Üniversitede ise ipin ucu iyice kaçtı. Azıcık koşsam nefes nefese kalıyorum, bacaklarım hemen acımaya başlıyor. Öyle dersler kondu ki önümüze, pratikten 60 aldığımıza sevinir olduk, 40 geçer not sayılıyor.
Halbuki 4 senelik lise hayatım Boğaziçi Endüstri Mühendisliği hayaliyle, çimenlere yatıp uzanacağım, ailemin yanından taşınıp özgürlüğümü kazanacağım, her türlü kulübe katılacağım, piyano çalmayı öğreneceğim, Almanca'mı da geliştirip mezun olduğumda P&G, Unilever gibi şirketlerden birinde oldukça iyi bir maaşla çalışacağım fikriyle geçti.

Liseden mezun olduğum yaz, annemlerle endüstri mühendisliği - diş hekimliği tartışmalarımızın sonu gelmedi. Ailem klinik bilimlere karşı duyduğu ilgiyi, tamamen duygusal sebepleri hatırlatmak sureti ile beni diş hekimliğine, makine mühendisliği isteyen başka bir arkadaşımı (selam Tunç) tıbba yönlendirerek kanıtladı.

Okula başladığımda lisede kurduğum "üniversite yılları" hayallerinin hepsini çöpe atmam gerektiğini anlamam çok uzun sürmedi. Denemedim değil, resim kulübüne katıldım bir kere, mikrobiyoloji anabilim dalında, mikroskop altına konulduğunda kim bilir neler görüldüğünü düşünmek bile istemediğim bir sürü preparatın hemen yanında bize boş birer kağıt verip masanın üstünde duran yeşil saksı bitkisini çizmemizi söylediler. "E ben bunu evde de yapardım." diyerek zaten ulaşımın zor olduğu evime varma çilesini her hafta 1 gün daha da büyütmek istemedim.

Bir de müzik grubu denememiz oldu arkadaşlarımla. 6-7 kişi bir kaç kez stüdyoya giderek aklımıza gelenler arasında en kolay olan Teoman-Rüzgar Gülü şarkısını çalmaya kalktık. Ancak çalışmalarımızı dinleyen dışarıdan birinin hangi şarkıyı çaldığımızı kesinlikle anlayamayacağını fark ettikten sonra daha çok çalışmak yerine koyverdik ve kendimizi boş boş gezmenin kucağına bıraktık. Çok da gezdik gerçekten. Ama boş gezdik.


Artık eskisi kadar kitap da okumuyorum. Okumak istemediğimden değil, kitap yokluğundan. Aksiyon-macera tarzı kitapları okumayı sevmediğimden, evdekileri okumak istemiyorum. Yeni kitap almak için de fırsatım olmuyor, işte paramı ona değil başka şeylere harcıyorum vs., olmuyor işte. Bazen de kitapsızlıktan sıkılıp eski kitaplarıma yöneliyorum.


Bugün de Harry Potter'ı okumak istedim tekrar. Her birini 5-6 kez okuduğum yıllardan bu yana hiç elime almamıştım. 3.sü geçti elime, Azkaban Tutsağı, okumaya başladım. Okurken şunu fark ettim, Harry Potter çocuklar için yazılmış bir kitapmış gerçekten. Ve ben onu okurken zevk almayacağım günün geleceğini anlayıp buna üzülüyorum.


Bu yaz Oxford'a gidip Harry Potter filmlerinin çekildiği Christ Church College'ı gezerken de bunu 19 yaşındaki Görkem'in değil, o sıralar Coca Cola'nın kampanyasıyla bilmem kaç kişiyi "Hogwarts"a yolladığını okuyup deli gibi kapak biriktiren, 12-13 yaşındaki Görkem'in hak ettiğini düşünmüştüm. O taş kapılar, merdivenler, tablolar, bahçeler benden çok onu heyecanlandırırdı eminim ki.

Liseye başladığımdan şu ana kadarki en büyük gurur kaynağım, "daha ölmedik" diye düşünmeme sebebiyet veren şey, Lise 3'ün yazında çevirdiğim kitap oldu. Evet ilk basımının redaksiyonu güme gitse de, bu nedenle bir sürü noktalama hatası ve anlatım bozukluğu barındırsa da bilmemnerenin valiliği için basılan 2. baskısında bu hatalarının düzeldiğini düşündüğüm kitabım, Belalı Misafir. Kitabım diyorum sanki yazmış gibi, hayır Çehov'un hikayelerinden seçmeler işte.

Bu yazıyı "aman kendim diye söylemiyorum küçükken şunu da yaptım, bunu da yaptım." demek için değil, "şimdi niye böyle oldu, ne yapabilirim"i paylaşmak için yazdım.

Aslında umudum hala sönmüş değil, Pınar Fotoğrafçılık Kulübü'ne gidelim diyor, Almanca kursuna gidip fiyat sorduk, piyano hocasından aldığım telefon numarasını hala silmedim. Belki bir gün...

11 yorum:

Adsız dedi ki...

Herkes keşke çocuk kalsaydım der ama imkansızlığınıda bilir.Önemli olan birşeyler yapmak istemektir daha yolun başındasın hayallerini gerçekleştirdiğinide buradan okumak isterim.Başarılar....

Adsız dedi ki...

Senin ilgi alanlarınla pek alakası olmasa da hoşuna gidebileceğini düşündüğüm bir iki şey önerebilirim. Tamam kabul ediyorum bu fikirleri sevmeyeceğinden adım gibi eminim ama yine de ben önerilerimi sıralıyım.

- Ata binmeyi deneyebilirsin, İstanbul'un bir çok yerinde birçok binicilik kulübü var. Ararsan pek çoğuna ulaşabilirsin. Eğer düzenli devam edersen dört nala gidebilir, iyi bir çocuk olursan da engel bile atlayabilirsin. Fiyat konusunda da 40 dklık seanslar halinde oluyo genelde, ücreti de 25 ile 100 tl arasında değişiyo. Bir de 80 tlye 1.5 saat orman gezintileri fln da var ama onun için baya bi öğrenmiş olman lazım. Nasıl bi duygu olduğunu merak ediyorsan, Fransızlar küçük kıyamet 2 olarak tanımlıyorlar.
- Poligona gidebilirsin. Size yakın olanların fiyatları ne kadardır bilmiyorum ama genelde mermi başı 3 tl fln alıyorlar.
- Yüzmeye gidebilirsin, birçok üniversitenin havuzundan, öğrencilerinin ücretsiz yararlanması mümkün sen de okulunuzun havuzunu araştırabilirsin.
- İngiltere'deki kayık gezintin pek iyi geçmemiş olabilir ama kız kulesinin yanında kayık kiralıyorlar. Belki araştırsan başka yerlerde de vardır. Bunun da saati 10 tl civarı. Mükemmel bi deneyim ve harika bi spor.
- Koşabilirsin, bunun için üsküdar, moda, bebek sahili gayet uygun yerler ya da bazı takımların atletizm parkurları oluyo belirli saatler arası halka açık oluyorlar bunlardan da faydalanman mümkün.
- Ayrıca birçok üniversitede dağcılık vb. Kulüpler oluyo ve cüzzi rakamlarla nasıl tırmanıcağını öğrenip etkinliklerine katılman mümkün.
- Ayrıca İstanbulun'un birçok yerinde kuş gözlemi kulüpleri var eline bi dürbün alıp onların etkinliklerine katılabilir üstünden geçen kuşun ne olduğunu bi bakışta anlayabilirsin.
- Doğayla iç içe atv turları, okçuluk kursları ve şu an aklıma gelmeyen daha bir sürü aktivite de yapabilirsin.

Tabi bunlar için o hiç sevmediğin otobüslerde daha uzun vakit geçirmen ve bi kaç ay daha kitapsız kalman gerekebilir. Ama emin ol hayat ne kitaplarda, ne dizilerde, ne de bilgisayar başında. Atlarla ilgili binlerce kitap okuyabilir binlerce video izleyebilirsin ama 4 nala gitmeden, tam düşerken atının boynuna sarılmadan, atının seni düşürmemek için kendisinin düşmesini görmeden, üstünden inince kanter içinde kalan atını kendi ellerinle beslemeden ata binmenin ne demek olduğunu ve bi hayvanla insan arasında oluşabilecek kutsal bağın nasıl bişey olduğunu anlayamazsın. Ayrıca bahsettiğim aktiviteler -bazıları hariç- çok sağlıklılar ve yaşamını uzatabilecek, fast food'la aldığın toxinleri biraz olsun atmanı sağlayabilecek şeyler. Haftada iki gün mc donalds yerine evde yiyip ata para ayırabilir ve yaşamı başka bi boyutuyla yaşarken, ömrünü uzatabilirsin.

Bu arada üniversite tercihleri muhabbetine gelirsek ben de isteyerek girmedim kendi bölümüme, ama bulduğum çözümü sorarsan en azından kendi istediğim mesleği yapamayacak olsam bile kendi istediğim hayatı yaşıyorum. Belki de istediğim mesleği yapsaydım istediğim hayatı yaşayamazdım.

Esen kal, imla hatalarım için de kusura bakma.

jules dedi ki...

Öncelikle vakit ayırıp böylesine uzun ve bilgilendirici bir yorum yazdığınız için teşekkür ederim. Beğenmemek değil de, bana pek uygun şeyler değil bazıları.

Ata binmeyi hiç denemedim, fırsatım olursa yapmayı istediğim bir şey. Hayvanlarla çok içli dışlı değilim, bir köpek pantolonumun paçasını yaladı diye o pantolonu karantinaya alan ben ata havuç yedirirken elimi yalarsa ne yaparım bilemiyorum. Ancak en azından binmeyi denemek ve ne olacağını görmek hoş olacaktır, yaparsam burada yazarım mutlaka.

Okçuluk, koşu gibi sporlar pek bana göre değil zira sıkletim oldukça düşük ve daha da zayıflamak istemiyorum.

Kız Kulesi'nde kahvaltı etmeyi planlıyorduk arkadaşlarla, gitmişken bir kayık turu da fena olmaz, özellikle kürekler bir bilenin elindeyse.

Dağcılık, dalış kulüpleri bizim okulun tıp tarafında da var ancak söylediğiniz gibi o otobüsler beni bitirdiği için o saate kalırsam eve döndükten sonra benden hayır gelmiyor.

Meslek konusuna gelecek olursak, benim de diş hekimliği ile ilgili fikrim bu yönde, istediğim hayatı bana verebilecek olduğunu düşündüğüm bir meslek. Sizin istediğiniz ve seçtiğiniz bölümleri de merak etmedim değil.

Tekrar teşekkür ederim, sadece bana değil, okuyan bir sürü öğrenciye de yararlı olabilecek şeyler. Saygılar sevgiler.

Adsız dedi ki...

Öncelikle yazının başında kendini övmeni beğenmedim bunu açıkça söyleyebilirim.Bırak insanlar seni övsün bırak insanlar senin ne kadar başarılı bir kişilik olduğunu söylesin.Ama yinede güzel be.

jules dedi ki...

Şimdi şöyle, benim amacım esasen çocukken hem akademik hem sosyal alanda ne kadar başarılı olduğum, şimdiyse bunlardan pek eser kalmadığını anlatmaktı. Kendimi övmek pek sevdiğim bir şey değil..... deerrrkeen yine kendimi övmüş mü oldum bilmiyorum.

Neyse ben biraz bir şeyler ekleyeyim oraya benim de gözüme dediğin gibi göründü şimdi. Teşekkürler.

Adsız dedi ki...

ot mu?pardon siz dağda bir ot musunuz,beeaa? ya iyi de sonuçta diş hekimi olacaksın,maddi açıdan -bi' aksilik olmassa inşallah- rahat olacaksın,bu hobi sektörü zaten cüzdanı şişkin yetişkinler için,esas o zaman ot musun diil misin belli olacak.üniversitede sosyallik patlaması yaşayan,inanılması güç bi' çevre yapan,her akşam arkadaş gruplarıyla takılan böyle non-ot tipler ileride de bu kadar rahat mı yaşıyolar diye bakmak lazım bence.gerçek non-ot insanlar bence üniversite dönemlerinde makul bi' seviyede sosyal oluyolar, ki sen haftada 7 gün arkadaşlarınla taksimdesin nerdeyse,yani sosyal diilsin demek haddime değil kesinlikle. sadece yazıyı okuyan biri farklı şeyler düşünür ama seni tanıdığım için yazıyla gerçeğin pek örtüşmediğini biliyorum. bence olay bu diil,esas kırılma noktası evlenip çoluğa çocuğa karıştıktan sonra;orda belli oluyo sabah 9 akşam 5 mi yoksa karavanla ege turu yapan bi tip mi olacağın (göreceğiz). hem yapacak şeyim yok diyosan otur pinguşlara bak

jules dedi ki...

artık taksim yalan oldu bomba momba derken. Ya bugün de Aytaç diyo ki "ay canım çok üzüldüm sana ya kıyamam", emre diyor ki "piyanoyu ben çalmayaydım da sen çalaydııın." öyle güldürdüler beni işte.

Valla iyi para kazanmak için o Ege işini unutmak lazım, ayda yılda bir evin bahçesindeki havuza gireriz anca. Emekliliği beklicez artık.

Adsız dedi ki...

Okçuluk konusunda haklı olabilirsin, güç önemli bi faktör çünkü, ama koşmayla ilgili büyük bir yanılgı içerisindesin.

Koşmak sadece kilolu insanların yapması gereken bi spor değil. Neden dersen şöyle açıklıyım:

Damarların yağlanmasında kilo önemli faktörlerden ama tek faktör değil. Yani zayıf olman damarlarında atheroskleroz oluşmayacağı anlamına gelmez.

Peki atheroskleroz nedir?

Küçük yaşlarda başlayan sonra birikimli olarak ilerleyip damardaki tıkanıklılık oranı %50'yi geçince semptom göstermeye başlayan, en nihayetin halk arasında kalp krizi, bizim için myocardial infarctus yani kalp kasının oksijensiz kalıp bir kısmının ya da tamamının ölmesiyle sonuçlanan tablonun fitilini ateşleyen kıvılcımdır.

Oluşmasını etkileyen faktörler:
- Hareketsizlik, sürekli oturma.
- Yüksek tansiyon, özellikle tuz tüketimiyle bağlantılı.
- Yetersiz sebze meyve yeme.
- Aile öyküsü.
- Yüksek Ldl yani kötü kolesterol.
- Düşük Hdl yani iyi kolesterol.
- Fast food ağırlıklı beslenme.
- Kötü alışkanlıkların olmadığı için saymıyorum ama pasif içiciliği hava kirliliğini de bu listeye ekleyebilirsin.


Uzun lafın kısası vücudunun yağlı olmaması damarlarının yağlı olmadığı anlamına gelmez.
Yok ama sen gidersin tam teşekküllü bi hastaneye açlık kan şekerin 110un altında çıkar, insülin seviyen normaldir, Hdl'n 60'tan yüksek Ldl'in 100'den düşüktür. TG'in 150'den Toplam kolesterolün 200'den düşüktür o zaman amenna. Ama yine de tüm bunlar sadece kalp krizi riskini düşürür. Ama o harıl harıl çalışan, enerjik, üretken, kısacası hayattan zevk almanı sağlayacak sağlam bir vücuda ulaşmak için yine de koşman gerekecek.

Peki koşunca daha çok zayıflarsam?

Belki ilk haftalarda vücudun su kaybedeceği için kilo verdim sanarsın ama bol su içerek eksik suyu tamamlarsın. Uzun vadedeyse neler olacağını şöyle sayabilirim.
- Vücudun enerji kaybettiği için iştahın artacak ama bunu sağlıklı şeyler yiyerek karşıladığından emin olmalısın. Tuzluğu da masadan kaldırmanı öneririm. Çünkü dediğim gibi hipertansiyon sebebi.
- Sonra iştahın arttığı için ve vücudun bedensel olarak çalıştığı için koşarken yıprattığın kasların sen dinlenirken ya da uykudayken kendilerini onarıcaklar, daha güçlü olucaklar. Sonuçta sen koşunca vücuduna yeterince güçlü değilsin daha güçlü ol diyosun, onu zorluyosun ve o da beslenmeyi eksik etmediğin sürece güçlenecek ve daha sağlıklı olmanı sağlayacak. Vücudundaki yağ kütlesi düşecek ve kas kütlesi artacak. Bu dediğimden şu iğrenç bodyci kadınlar gibi olacağın sonucunu çıkarma onlar steroid erkeklik hormonu aldıkları için o haldeler neyse bu başka bi dersin konusu. Sen spor yapınca vücudun kaslanacak ama sıkılaşmak manasında. Hem daha enerjik olucaksın. Ayrıca büyüme hormonu (gsh) salgılayacak kasların koşma sonrası. Kalp atışların hızlanacak kalbini güçlendiriceksin. Damarlarındaki kötü kolesterol azalıcak iyi kolesterol artacak. Aynı bi arabanın motoru gibi vücudun kendi kendisini temizlicek

Adsız dedi ki...

Endüstri mühendisliği gitgide popüleritesini kaybeden, bu yüzden her sene gitgide puanı düşen, mezunlarının bu aralar iş bulmakta zorlandığı bir mühendislik. iyi ki kazanmamışsın orayı. diş hekimliği hem eğlenceli hem iş hayatı daha serbest hem de daha prestijli bence.

ot gibi yaşama konusuna gelince biraz da sende sorun var. evet kabul diş hekimliği eğitimi çok zor ve yoğun bir eğitim ama saydığın bahanelere bakınca sorun biraz da sende. mesela eve ulaşım derdinden bahsetmişsin. boğaziçi üniversitesinde de durum aynı olacaktı. ev tutacaktım dersen eğer burada da tutabilirsin? boğaziçi üni.sindeki resim kulübüne gitsen demek ki orada da "ben bunu evde yaparım ki?" diyeceksin. müzik yapmaya çalışmışsınız ama olmamış, yine üniversitenle ilgili değil kendinle ilgili bir sorun. yani demek istediğim iş biraz da insanın kendisinde bitiyor. :)

çim/parti/çılgın eğlence deneyimi içinse erasmus önerebilirim. özellikle ispanyadaki diş hekimliği fakültesi dehşet güzelmiş. havuzlu evlerde kalıyormuşsun düşün :D bunu da bir araştır derim.

hepimiz büyüyoruz ve sorumluluklarımız artıyor ama önemli olan bir zamanlar o 12-13 yaşındaki görkem olduğunu unutmamak :)

jules dedi ki...

Ev tutmama izin verilse senden daha once dusunmustum bunu. Hayr bogazicinde hoca esliginde resim dersleri falan var, bizse kendi kendimize resim ciziktirdik. Muzik evet bizle ilgiliydi,zaten sorun da bu,bunu yazdim. Erasmus ispanyaya yok galiba bizm okulda,bilemiyorum,

may day dedi ki...

kaykay veya paten deneyebilirsin. çok zevklidir. ama düşmeden biyerlerini çizmeden incitmeden öğrenemezsin..

ilgin varsa bayan basketbolu olabilir. bildiğin gibi ist. üni. bu konuda çok başarılı. ilgin yoksa bile en azından birkaç kez gidip maçlarını izlemeni tavsiye ederim. avcılar kampüsünde oynuyolar.

harry pottera gelince bende de aynı. şuan jrr tolkienin kitaplarını okuyorum. ayrıca yürüyen şatonunda kitabı çıktı yakın zamanda. okumanı tavsiye ederim.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...