4 Temmuz 2010 Pazar

Gorkem as a Princess

Bu sabah yeni evimde 12'ye kadar uyuyacağım güzel bir pazar sabahı hayal ederken, saat 9'da kapının çalmasıyla uyandım. Pencereden baktım, evde kalacak olan ve bugün beklediğimiz diğer kız gelmiş. Tabi bu kadar erken beklemiyorduk. Neyse, inip kapıyı açtım ve onları içeri davet ettim. Slovakya'dan buraya kızı bırakmaya maaile gelmişler. Anne, baba ve kız dahil tüm ailenin İngilizce iletişim kurabilmesini sağlayan bir aile dostu.

Onların ne zaman, nerede, nasıl, kim ile başlayan sorularını cevapladıktan sonra uyumaya gittim ama bu sefer de yakınlardaki büyük parkta kurulan festivalden gelen sesler yüzünden uyuyamadım. Kalkıp kızlarla kahvaltı ettikten sonra, onlara etrafı göstermek -hayır, motamot çeviri tadında oldu, GEZDİRMEK- için dışarı çıktık.

Ev arkadaşlarımdan biri Cristina, İspanyol. Biri Masha, Rus ve diğeri Iveta, Slovak. Evimiz de iki katlı, dört oda bir salon, bahçeli bir ev. Bahçe dediğime bakmayın, çimen, çiçekler falan yok. Daha çok depo gibi kullanıyorlar. Mutfakta mikrodalgamız, tost makinemiz, buzdolabımız var. Her odada minibar bulunuyor.


Ev dışında neler yapıyorum, biraz da ondan bahsedeyim. Bu haftasonu, okul gezisine katıldım. Shakespeare'in doğduğu yer olan Stratford-Upon-Avon'a ve Warwick Şatosu'na gittik. Stratford öyle bir kasaba ki, başınızı çevirdiğiniz her yerde Shakespeare'in resmini, büstünü, evini, onunla ilgili şeyler satan hediyelik eşya dükkanlarını veya kitapçıları görüyorsunuz. Onun sayesinde geçimini sağlayan yüzlerce insan var.

Kasabada onun doğduğu ev, hayatının son 19 yılını geçirdiği ev ve kızkardeşinin evi var. Arkadaşlarım bunları gezmek için para vermek istemedi, ama ben merak ediyordum, bu yüzden gezi parasına ek olarak bunları gezmek için 17 pound vermeyi çıkardım. Gezinin ana teması şuydu; "O olmasaydı dünya şu anda olduğu gibi olmazdı.".

Daha sonra Warwick Şatosu'nu gezdik. Ben Ortaçağ dönem filmlerini, kıyafetleri, prensesleri falan çok severim. Bu nedenle şato benim için hayallerimin mekanıydı. Konsepte göre şato savaşa hazırlanıyordu ve her yerde savaşçılar, demirciler, ayakkabıcılar (balmumu heykeller) vardı. Etrafta prensesler ve uşaklar dolaşıyordu (canlı insan).

"Kraliyet partisi" verilen bir yerde içeri girdiğimizde dönem kıyafetleri giymiş bir adam bizi karşıladı. Havadan sudan ve İskoçya'dan buraya gelmesinin 4 gün sürdüğünden bahsetti. Önce anlamadık tabi, hemen sonra kafamdaki ampul yandı, "Siz Türkiye'den nasıl geldiniz?" sorusuna "Gemiyle." diye cevap verip konsepti bozmamış oldum.

Yeni evimde internet olmadığından ve şu anda diğer evde olduğumdan dolayı şimdi yazıyı kesmek zorundayım, yarın devam edeceğimi umuyorum.

Thou shall take care, brothers. Kisses.

0 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...