Diş fırçalama ile ilgili demonstrasyonumu bitiriyorum.
“Sorusu olan var mı?” diye soruyorum. Kızlardan “Benim dişimde siyah bir tane
leke vardı, sonra diğerlerine de bulaştı” “Benim bu dişim ağrıyor o yüzden o
tarafı hiç fırçalamıyorum” gibi yakınmalar yağıyor. İlk başta çekingen yaklaşan
grubumdaki on-on beş kızım biraz sonra bana “Abla” demeye başlıyor. Hepsinin
sorularını tek tek cevaplıyorum, bazılarına ayak üstü gözle ağız muayenesi
yapıyorum. İsteyenlerin “Müdür Baba”larına söyleyerek bizim fakültemize gelebileceğini,
burada onları tedavi edeceğimize dair söz veriyorum. Gitme vakti geldiğinde hep
birlikte kapıya doğru yürüyoruz. O sırada bir el koluma dokunuyor. Dönüyorum, küçük bir kız “Abla, ben de senin gibi diş doktoru olmak istiyorum. Hangi derslerimin iyi
olması gerekiyor?” diyor.
Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul Diş Hekimleri Odası Öğrenci
Kolu’ndan 10 kişi bir Kız Yetiştirme Yurdu’na gittik. Orada 12-18 yaş arası
kızlar kalıyordu. Pazar sabahı saat 11’de sıcak yatağımdan kalkıp oraya gitmek zor gelse de, şimdi baktığımda iyi ki gitmişim diyorum. Yurda en erken giden ben olduğumdan oradaki görevliyle biraz
sohbet etme imkanı buldum. Ben de çoğu kişi gibi orada kalan kızların anne
babasının hayatta olmadığını düşünüyordum. Ancak öğrendim ki, o kızların
çoğunun anne babası hayatta. Ve en iyi ihtimalle maddi yetersizliklerden dolayı
onlara bakamamış. Daha kötüsü, onları istememiş. Hiç sevmemiş. İlgilenmemiş. Bunlar,
gazete haberlerinde okuyunca paralel evrende gerçekleşiyormuşçasına üzerinde
hiç durmadığımız konular. Geçinemeyen anne babanın çocukları devlet korumasına
alındığında “İyi oldu çocuklar kurtuldu” diyoruz. Ancak oraya gidip görmeyenler
için bu konuda yorum yapmak, emekli hemşire total hastasının dişlerin durması
gereken konum hakkında bir sınıf arkadaşımla saatlerce tartışması gibi bir şey.
Bilmeden, görmeden, uzaktan atıp tutmak.
Diğer arkadaşlarım da geldiğinde, hediye olarak getirdiğimiz
fırça ve macunları, diş fırçalamayı anlatacağımız model çeneleri alarak salona
geçtik. Kızlar “Anne”leriyle birlikte bize galoş veriyor, “DİŞÇİLER GELDİİİ”
diye diğer kızları uyandırıyorlardı. Hepsi salona geçip oturduğunda tek tek
yüzlerine baktım. Buraya ne gibi sebeplerle gelmiş olabileceklerini düşündüm.
Düşündüklerimden korktum ve önümdeki çenelere odaklandım.
Esma -gerçek adı bu değil- yanıma gelip o soruyu sorduğunda bir an duraksadım. Çok
güzel bir kızdı. Minyon, uzun kirpikli, küçücük bir kız. 14 yaşında. Saçma bir
şekilde “Bu kız neden burada?” diye düşündüm. Sanki diğer kızlar orada
bulunmayı hak ediyormuşçasına. Ona yeni üniversiteye giriş sistemini anlattım.
Biyoloji, Matematik gibi derslerinin iyi olması gerektiğini söyledim. Aslında
fark ediyordum, o soru öylesine sorulmuştu. Sanırım benimle bir şekilde
konuşmak için aklına ilk gelen şeyi sormuştu. Esas istediği başka bir şeydi,
bunu gözlerindeki bakıştan anlayabiliyordum. Esma benimle iletişime geçmek
istiyordu. Hayatındaki eksiklikleri, anne, abla boşluğunu daha yarım saat önce
tanıdığı bir yabancıyla bir nebze olsun doldurabileceğini mi düşünmüştü? Bunları
düşünerek ona mail adresimi vermeyi, bana mail atabileceğini ve bu şekilde
konuşabileceğimizi söyledim. “Benim MSN’im, Facebook’um yok ki abla” dedi. Ne
yapacağımı düşünerek sessizce yürümeye devam ettim.
Dışarıya çıktığımızda bir fotoğraf çekilme seansı başladı.
Önceden konuşup fotoğraf çektirmemeye karar vermiş olsak da, kızların yoğun
isteğiyle karşılaştık. Toplu fotoğrafları getirdiğimiz profesyonel fotoğraf
makinesiyle çektik. Esma sessizce bir köşede duruyordu, bakışlarını üzerimde
hissediyordum. Benimle konuşmak ister gibi bir hali vardı, aslında ben de
onunla konuşmayı çok istiyordum. Buraya neden geldiğini sormak, burada mutlu
olup olmadığını öğrenmek.. Ancak bunun yerine havadan sudan sorular sorup şakalar
yapıyor, onu güldürmeye çalışıyordum. Git gide zamanımız azalıyordu. Madem fotoğraf
çektiriyoruz, bari ben de çekeyim diye düşünerek cep telefonumu çıkardım.
Esma’ya “Fotoğraf çektirelim mi?” dedim. Sevinçle yanıma geldi. Bir fotoğraf
çektirdik. O an yanımıza Meryem geldi. “Abla, benimle de çektirebilir
misin?” dedi. Bu ilgi karşısında hem sevinmiş, hem de şaşırmıştım. “Elbette”
diyerek çevredeki tüm kızlarla birkaç fotoğraf daha çektirdim. Diğer
arkadaşlarım çoktan uzaklaşmış, bir köşede beni bekliyorlardı. Gitme vaktinin
geldiğini anladım ve “Kızlar, ben gidiyorum” dedim. “Abla lütfen yine gel”
“Abla bizi unutma” diyen sesler yükseldi. Esma ve diğer kız “Abla bizim adımızı
yaz, sonra bulamazsın” dedi. Hemen bir kenara yazdım. Onlara cep telefonu
numaramı verdim. Onlar da bana bir çiçek verdiler, “Bu çiçeği sakın atma”
diyerek. Ben de onlara akşam dişlerini fırçalarken beni hatırlamalarını
söyledim. Sonbaharda tekrar geleceğimize dair söz verdiğimde “Ben o zamana kadar
belki giderim, belli olmaz ki hiç” dedi Meryem. O an anladım ki bu kızlar oradan oraya sürüklenen,
bağlanacakları hiçbir yer veya kişi olmayan kişilerdi. Devletin bilgisayarları
onları nereye yerleştirirse oraya gidiyor ve orayı evi gibi benimsemeleri
bekleniyordu. Hayatta tutunacak hiçbir dalları, önlerinde hiçbir amaçları, umutla beklenilen bir gelecek yoktu. Çoğunun da olmayacaktı.
Bu olaylardan çok etkilenmiştim. İlk iş yurt müdürünün yanına
giderek Esma’nın gönüllü ablası olup olamayacağımı sordum. Söyledikleri hiç iç
açıcı değildi. Gönüllü olmak için birçok prosedür, işlem gerekiyordu. Ayrıca
istediğimiz kızı seçmek gibi bir durum yoktu. Elbette oradaki her kız aynı durumdaydı ve hepsi için bir şeyler yapmak isterdim ama dedim ya, Esma ile aramda bir bağ
oluştu. Müdür bey orada kalan kızların ailelerinde uyuşturucu, fuhuş, şiddet,
cinsel istismarın bulunduğunu, kızların yaşamlarında büyük bir boşluk olduğunu
ve bir çoğunun devlet güvencesine sırtını dayayarak hayatını bir okulda müstahdem olarak
sürdürmekten başka hayali olmadığını söyledi. Babalarının, annelerinin yasa dışı işler yaptığı, çok kötü koşullardan gelen bu çocukların hayatlarında bir rol model, amaç eksikliği
vardı ve bunu doldurmak için bir şeyler yapmak gerekiyordu.
O günden beri düşünüyorum. O kızların suçu neydi? Onları istemeyen anne babaları tarafından buraya gönderilmek için ne yaptılar? Müdürün söylediğine göre buraya geldiklerinde en ufak bir kişisel bakım bilgisinden bile yoksun olan çocuklar bunu hak ediyor muydu? 3 yaşından itibaren çilekli diş macunlarını küçük fırçalara özenle koyup küçük ellerinden tutarak diş fırçalamayı öğreten anne babaları olsaydı yine haftada 1 kez bile dişlerini fırçalamıyor olurlar mıydı?
Son günlerde kürtaj ile ilgili tartışmaları okuyorum. Tamamen gündem değiştirmek amaçlı olduğunu düşündüğüm bu tartışmaları dikkate bile almıyordum, zaten bizim bu şekilde tantana yapmamız için ortaya atılmış bir laf gibiydi. Ancak
bugün Sağlık Bakanı ve TBMM İNSAN HAKLARI KOMİSYONU Başkanı’nın “Tecavüze
uğrayanlar da doğursun, gerekirse devlet bakar” sözlerini okurken midemin
bulandığını hissettim. Kadınların rahmi, devlet tarafından tapulanan bir arsa mıdır? Bu konuda kendisine söz hakkı verilmez ama ona bu şekilde kolaylık mı sağlanır? Kadının rahmi 9 aylığına kiralanır ve sonunda çocuk elinden alınınca her şeyin hallolduğu mu düşünülür?
Bu kadar iğrenç bir olayın kadın üzerinde yarattığı travmayı düşünmek bile felaket ama bir de şöyle sorayım; annesinin kendisinin yüzünü bile görmek istemediğini, babasının korkunç bir suçlu olduğunu bilen çocuk sizce nasıl bir hayata sahip olur? Dünyaya geldiği için şükür mü eder yoksa hafta sonları yurttan kaçıp tahmin edemeyeceğiniz işlere mi girer? Devlet yiyeceğini giyeceğini veriyor evet, inanın ki bir çok çocuktan daha iyi bakılıyorlar, kurslara gidiyorlar, tatile götürülüyorlar. Ancak hepsi sevgiye, ilgiye aç. 100 tane çocuğun “Anne” diye seslendiği görevli mi verecek bu sevgiyi? O mu her sabah “Günaydın kuzum” diyerek öpecek 100 tane çocuğu? Kızı hafta sonu eve geliyor diye kim onun sevdiği yemekleri yapacak? 21 yaşındaki beni hala bazen küçüklüğümde olduğu gibi sırtında gezdiren kişi “Devlet baba” mı olacak? Yapmayın gözünüzü seveyim, oralarda hayat hiç de sandığınız gibi değil. Çocuğun cebine para, sırtına kıyafet koyan devlet asla o çocukların hayatındaki boşluğu, amaçsızlığı gideremez.
Bu kadar iğrenç bir olayın kadın üzerinde yarattığı travmayı düşünmek bile felaket ama bir de şöyle sorayım; annesinin kendisinin yüzünü bile görmek istemediğini, babasının korkunç bir suçlu olduğunu bilen çocuk sizce nasıl bir hayata sahip olur? Dünyaya geldiği için şükür mü eder yoksa hafta sonları yurttan kaçıp tahmin edemeyeceğiniz işlere mi girer? Devlet yiyeceğini giyeceğini veriyor evet, inanın ki bir çok çocuktan daha iyi bakılıyorlar, kurslara gidiyorlar, tatile götürülüyorlar. Ancak hepsi sevgiye, ilgiye aç. 100 tane çocuğun “Anne” diye seslendiği görevli mi verecek bu sevgiyi? O mu her sabah “Günaydın kuzum” diyerek öpecek 100 tane çocuğu? Kızı hafta sonu eve geliyor diye kim onun sevdiği yemekleri yapacak? 21 yaşındaki beni hala bazen küçüklüğümde olduğu gibi sırtında gezdiren kişi “Devlet baba” mı olacak? Yapmayın gözünüzü seveyim, oralarda hayat hiç de sandığınız gibi değil. Çocuğun cebine para, sırtına kıyafet koyan devlet asla o çocukların hayatındaki boşluğu, amaçsızlığı gideremez.
Kürtajın tartışılabilirliğine ise hiç girmiyorum, zaten aklı
başında her insan 4 haftalık bir sürenin bu işleme karar vermek için yeterli olmadığını
bilecektir. Gelişmiş ülkelerdeki, hatta ulemaların bulunduğu ülkelerdeki 12
hafta sınırına bakarak böyle bir şeyin olmaması gerektiği apaçık ortada. Bu bir haktır ve kimse isteyerek yaptırmaz, bir şekilde bunu yapmak zorunda kalmıştır. Kürtaj yasağının caydırıcı bir önlem olmadığını da 1984 öncesinde bu işlemlerin
gizli olarak yapıldığından haberi olan herkes tahmin edebilir. Sezaryenle
doğumun tartışılmasını ise komik buldum, diş hekiminden aşırı korkan bir insanın elinden
genel anestezi altında dişini çektirme hakkını almak gibi bir şey
olurdu bu.
Dedim ya, bu olayda beni en çok etkileyen şey birbirinin
fotokopisi sözler sarf eden devlet erkanının bu lafı. Bir kadının sahip olabileceği en büyük mutluluklardan birisi de çocuk doğurmaktır herhalde. Sevdiği insan ile kendisinin karışımı, bilgisini, sevgisini aktarabileceği, öpüp sevebileceği dünya tatlısı bir bebek için 9 ay boyunca sabırsızlıkla bekleyen bir kadının haberde bahsedilen olay başına gelmiş olsa durumunu düşünebiliyor musunuz? Bunun hayatında hiç kapanmayacak bir yara açacağını biliyor musunuz? Yurtlardaki çocukların mutlu olmadığının farkında mısınız? Değilseniz yazık olacak.
4 yorum:
ben kürtaj konusunda tam tersi fikre sahibim. kürtaja eğer annenin sağlığı açısından ihtiyaç yoksa karşıyım. sonuçta esirgeme kurumundaki kızların çocuklukları zedelenmiş fakat yinede bir gelecekleri var. bunun dışında yinede bir çoğunun doğmamış olmayı dilemediğine eminim. ilk önce hayatın ne olduğunu anlamak lazım. hiç intiharı düşündün mü? karlı havada sadece bir tişörtle dolaşırken vücudunun titreyerek soğuğu hissetmesinin bile bir zevk olduğunu sadece hayatının sona ereceğini düşünen bir kişi farkedebilir. nedir bilmiyorum ama yaşam başlı başına olumlu bir şey. bir kısmı hatalı diye onu yok etmemeli. tamam bu çocukların belki bazı psikolojik travmaları var. bu çocukların ortadan kaldırılması mantıklı olabilir ama kesinlikle duygusuzca ve canicedir. unutulmamalıdırki hitlerin engellileri öldürtmesi de hastalıksız nesiller oluşturmak adına çok mantıklı bir hareketti.
Elinize sağlık. İşte siz biz görüyoruz da tepeden bakanların hiçbir şey gördüğü yok. Hayat onlara toz pembe ki böyle bir açıklama bile yapabiliyorlar. Konuyla ilgili hiçbir şey yazmadım şimdiye kadar, çünkü cidden tartışılacak bir konu bile değil.
Gene harika yazmissin ellerine saglik.Gozlerim islak okudum o kizlar icin cok uzgunum.Su insan haklari komisyonu baskani icin yazilan yorumlarin hepsine misliyle katiliyorum.Ben senin o cocuklar icin elinden gelenin en iyisini yapacagina eminim her zaman yanindayim canim kizim.
Sen sanki 'Esmanın kürtajla alınsaydı yani öldürülseydi daha iyi olurdu' der gibisin
Yorum Gönder