Roger Waters The Wall turnesine İstanbul'u kattığında çok sevinmiştim. Biletler satışa ilk çıktığında bilgisayar başında, sıkı Pink Floyd dinleyicisi babamı aradım. Sahneye en yakın tribünlerden 2 bilet alacaktım. Babam "sonra bakarız" diyerek işi ertelediği için, sonunda arkadaşlarımla sahne içinden bilet aldık. Daha önceki konsere beraber gittiğimiz babam da konsere gelemedi ve çok üzüldü. Konser günü 2 arkadaşımızla beraber kapı açılış saatinde (18:30) İTÜ Stadyumu'na doğru yürürken sıranın birkaç yüz metre önceden başladığını görünce pek de şaşırmadık. Bu sırada konserin izleyici kitlesini inceleme fırsatım oldu. Babam gibi 40 yaş üstü eski dinleyiciler, bizim gibi 20-30 yaş arası genç insanlar ve 16-18 yaşında yeni yetmeler vardı. Sırada beklerken yanımızdan Roger Waters bantları (hani Tarkan'ın belediye konserlerinde kızların kafalarına bağladıkları), tişörtler ("içerde 50 lira abla, bizde yarı fiyatına" diyen adamdan tişörtleri almadım çünkü kalitesi de yarımdı) satan satıcılar geçiyordu. Bazı adamlar da "sıra beklemeden sahne önüne gitmek ister misiniz?" diye bağırıyordu. Sonunda bir tanesine sorduk nedir bu diye. Adam başı 10 liraya gidip bizi sıranın önüne yerleştiriyorlarmış. Ama 4 kişi 30 lira olurmuş. Böyle de bir ekmek kapısı oluşturmuş kendine çakallar.
Ojelerim The Wall konserine özeldi. Konser için
Roger kadar uğraştım desem yalan olmaz.
Neyse sonunda konser alanına girdik, The Wall Live tişörtlerimizi ve anahtarlıklarımızı satın aldık ve kendimize bir yer seçip oturduk, konseri beklemeye başladık. Saat 20:00 gibi herkes sözleşmiş gibi oturduğu yerlerden kalktı ve ayakta durmaya başladı. Şansımıza biz de konser alanında yerden biraz yüksek bir tümsek bulup konseri onun üzerinden izlemeye karar verdik. Konserden önce çaldıkları her şarkının bitiminde insanlar Roger çıkacak sanıp çığlıklar atıyor, sahnede gördükleri her teknik elemanı çılgınca alkışlıyorlardı. Neyse ki Roger Waters bizi çok bekletmedi ve gerçekten de Imagine'den sonra, saat 20:45 sularında sahneye çıktı.
Öncelikle Outside the Wall'un melodisiyle konsere giriş yapıldı. Sahneye elinde meşhur 2 çekiç logolu bayraklar taşıyan askerler çıktı. Daha sonra, birdenbire giren In the Flesh introsunun her bir bass notasıyla sahneden gökyüzüne kırmızı fişekler atıldı. O anda hissetiklerimi tarif etmek imkansız, büyülenmiş ve heyecandan ağzım açık halde sahneye bakıyordum. Intro'dan sonra Roger Waters sahnede göründü. Her zamanki gibi baştan aşağı siyah giyinmişti. Milyon pound'luk serveti olan bir adamın günlük hayatta ve konserlerinde böyle sade giyinmesi onun değerini arttıran noktalardan biri bence. Roger sahnede onun için bekleyen uzun Nazi komutanı ceketini, güneş gözlüklerini taktı ve "So ya thought ya might like to go to the show.." şeklinde başlayan şarkının ilk sözleriyle bizi 2 saat sürecek muhteşem müzik şöleninin içine soktu. Şarkı, duvara çarpıp patlayan uçak ile sona erdi.
İkinci şarkı olan Thin Ice'ta öncelikle Roger Waters'ın 2.Dünya Savaşı'nda kaybettiği babası olmak üzere savaşta, yok yere hayatını kaybeden insanların kısa bilgileri ve fotoğrafları ekrana yansıdı. Ardından Happiest Day of our Lives başladı. Bu şarkıyla beraber tavandan hepimizin en iyi bildiği canavar öğretmen indi ve gözlerindeki ışıklarla seyirciye doğru kötü kötü bakmaya başladı. Ardından gelen Another Brick in the Wall ile sahneye çıkan çocuklar dans ederek şarkı söyledi. Bu arada bu çocuklar turnenin her ayağında o ülkenin çocukları arasından seçiliyor. Ben de keşke çocuk olsam da o sahneye çıksam diye aklımdan geçirmedim değil.
Şarkı bitince Roger Türkçe olarak "Hoşgeldiniz! Burada olmaktan çok mutluyum" diyerek herkesin yüzüne gülümseme yerleştirdi. Sonra da Gezi'de hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük ve diğerlerinin resimleri duvara yansıdı. O an stadyum çıldırdı ve "Her yer Taksim, her yer direniş!" sloganlarıyla inlemeye başladı. Görülmeye değer bir andı. Roger "Bu çocuklara bir alkış lütfen" deyip şarkılarını devlet terörü yüzünden hayatını kaybedenlere armağan ettiğinde ise avuçlarımız patlayana dek alkışladık. Bir süre Türkçe konuştuktan sonra "Bu kadar Türkçe yeter" diyerek ana dilinde konuşmaya devam etti.
Mother
Buraya bir not düşeyim; Her Pink Floyd hayranının izleme hayalini kurduğu bu gösteri, grup hayattayken bir süre sonra yapılmaktan vazgeçilmişti. Bunun sebebi de prodüksiyonun çok pahalı olması ve biletlerin 12 dolar gibi düşük rakamlara satılmasından dolayı grubun büyük zarara uğramasıydı. Roger Waters konuşmasında sıradaki şarkıyı 1980'de Londra'da verdikleri bu konser sırasında çekilen görüntüsü ile çift vokal yaparak söyleyeceklerini açıkladı. Buradaki genç halini "poor, miserable, fucked up little Roger" olarak nitelendirdi ve ikisine şans dilememizi istedi. Böylece harika şarkılardan biri olan Mother başladı. Bu sırada arkadaşım Naz da "bu adam burnunu mu yaptırdı ya, eskiden çok çirkindi" diyerek şarkının ortasında bunu düşünmemize sebep oldu. Sonunda adamın güzel yaşlandığına karar verdik.
Mother'da ise Pink'in aşırı korumacı, duvarı bir kat daha yükselten annesinin "canavar kuklası" sahnede yerini aldı. O da kırmızı ışıklı gözlerini üzerimize dikerek bizi gözetledi. Sonunda duvarda çıkan Big Brother is Watching you yazısında BR'nin üstü çizilerek M harfi kondu ve Big Mother is Watching You yapıldı. Şarkıdaki en güzel kısım ise "Mother should I trust the government?" sözüne karşılık ekranda çıkan "NO FUCKING WAY" ve "KESİNLİKLE HAYIR" yazılarıydı. Ne yazık ki fotoğrafını çekemedim ve internette de bulamadım. Bu sırada konserde duvar biz fark etmeden örülmeye devam ediyordu. Koyulan her bir tuğlanın üzerine anında projeksiyonla görüntü yansıtıldı. Bu teknolojiyi aklım almadı, sadece adamlar yapmış diyebilirim.
Bir sonraki şarkı olan Goodbye Blue Sky'da gösterilen görüntülerde savaş uçakları insanlığın üzerine bombalar attı. Bu bombalar elbette bildiğimiz bomba değil, dini semboller, Shell, McDonalds, Mercedes logoları ve dolar işaretiydi. Devamında The Wall filminden görüntülerle birlikte Empty Spaces'ı veya What Shall We Do Now?'u dinledik. Sonrasında duvara yansıyan çıplak kadın resimleriyle Young Lust'u dinlerken konser alanı erkek arkadaşların gözleri ellerimizle kapatmak suretiyle yapılan komikliklere sahne oldu. Şarkı, Pink'in okulundan, annesinden kurtulup rock'n roll hayatına, cinsellik ve uyuşturucuyla dolu günlere başlamasını anlatıyor. Elbette bu günler Pink'in mutlu günleri. Devamında, Pink'in karısının kendisini aldattığını öğrendikten sonra bir groupie'yi otel odasına çağırdığı sahnelerle başlayan One of My Turns şarkısı geldi. Bu şarkıda groupie'nin konuşmalarını bile ezberlediğimi fark ettim. Benim için her şarkıya eşlik edebilmek elbette sadece The Wall ve Dark Side of the Moon albüm konserlerinde mümkün olurdu zaten. Pink bu şarkının sonlarına doğru delirerek odayı dağıtıyor ve kız kaçıyor.
Bir sonraki şarkımız temponun düştüğü Don't Leave Me Now. Sahne karanlığa büründü, Roger oturup karısına onu bırakmaması için şarkı söylerken aslında bu şarkının onu bırakıp giden babasına, aşırı korumacı annesine, onu yükseltip birden uçurumdan aşağı atan şöhreti hedef aldığı söyleniyor. Şarkı sırasında karısının canavar kuklası da sahnenin solunda yerini alıp tıpkı öğretmen ve anne gibi ürkütücü biçimde bize bakıyor. Böylece Pink'in duvarı biraz daha yükseliyor. Duvar neredeyse tamamlanmışken tekrar "fallen loved ones"ın resimlerini görüyoruz.
Fallen loved ones, Roger Waters'ın turne sitesinde hayranlarına yayınladığı mesaj ile başlayan bir proje diyebiliriz. Mesajda Waters hayranlarından savaşta ölenlerin resimlerini kendisine yollamamızı istiyor. Bu kişiler asker olmak zorunda değil, Irak'ta ölen 9 yaşındaki bir çocuk da var duvarda, Hrant Dink de, Uğur Mumcu da. Böylece hem ölenleri onore etmek, hem de ölümlerini protesto etmek istediğini söylüyor Waters. Bir Floydian olan Ali İsmail Korkmaz'ı duvara yansıtarak bunu çok da iyi başarıyor.
Biraz seyircilerden bahsetmek gerekirse; konser boyunca nefes aldırmayan sigara dumanı ve bir yarım akılın sahneye tuttuğu lazer dışında seyirci iyiydi. Ara ara Gezi sloganları atıldı. Yurtdışından gelen birçok izleyici vardı. Özellikle İran'dan sanki otobüs kaldırmışlar (Doruk'un esprisini bir kez de ben çaldım oh). İran demişken, arkamızda bulunan 6-7 kişilik İranlı grup bizi konser boyunca delirtti desem yeridir. İçlerinden 50 yaşlarında bir adam artık ne içtiyse zil zurna sarhoş olmuş ve sürekli sağa sola düşüyor, bağırarak konuşuyor ve herkesi rahatsız ediyordu. Arkadaşları bunu kontrol altına almaya çalışırken konserden bir şey anlamadılar. En son yerlerde yattığını gördük. Hayır yurtdışına konser izlemeye gelmişsin, tadını çıkarsana. Ertesi gün uyandığında hiçbir şey hatırlamayacaksın. Ancak kongrelerde gördüğüm İranlılar'dan sonra insanların eski hayatlarına duyduğu özlem nedeniyle böyle aşırılıklar yaptığını düşünmeye başladım. Düşünsenize normal bir hayat sürerken birden içki içmeniz yasaklanıyor, başınızı örtmek zorunda kalıyorsunuz ve hayatınızın her alanı kısıtlanıyor. İran, ülkemizin geleceği için neden korktuğumuza verilecek güzel bir cevap bence.
1.kısmın son şarkısı olan Goodbye Cruel World'e geliyor sıra. Roger'ın duvarda kalan son tuğla boşluğundan kafasını uzatarak söylediği bu sakin şarkı bir önceki şarkıda sinir krizleri geçirerek etrafı parçalayan Pink'in artık yolun sonuna geldiğini düşündürten, hayatındaki herkese veda ettiği ve intiharın uzak olmadığını anlatan bir ninni gibi. Nitekim son "Goodbye"dan sonra Waters kararıyor, yerine bir tuğla konuyor ve Duvar tamamlanmış oluyor.
Ardından çıkan Intermission yazısıyla ara veriliyor. Bu ara yaklaşık 20 dk süren uzun bir ara. Bu süre boyunca duvara "fallen loved ones" resimleri, hikayeleriyle birlikte yansıtılıyor. Sonunda Roger'ın bizlere bir mesajı yer alıyor: Bize "kaybettiğimiz sevdiklerimiz"in fotoğraflarını gönderen herkese teşekkürler - onları unutmayacağız. - Roger
Bu arayla birlikte yazının da sonuna gelmiş bulunuyoruz. Biliyorum fazlasıyla uzun ve ayrıntılı oldu ama benim bir günlüğüm yok, bazen yeniden yaşamak istediğim şeyler için blogu açıp okuyorum. Bu yüzden anlamı büyük olan bu konserin her anını sonradan da hatırlamak istediğimden böyle uzun oldu. Bir de belki gitmek isteyip gidemeyenler olmuştur, onlar için de iyi olur diye düşünüyorum. Yarın 1 haftalığına Marsilya+Barselona'ya gidiyorum, döndüğümde yazının 2. kısmını ve eğer şanslıysak geziyi de yazmayı planlıyorum. Geçen yazki İskandinavya turunu bile hala yazmadıktan sonra bunu yazabileceğimi düşünmek biraz hayal gibi gelse de, umudumu kaybetmiyorum.
Lafı çok uzatmadan, dün gece hayatımın en güzel gecelerindendi, iyi ki oradaydım, iyi ki sevdiğim kişiler de yanımdaydı. Keşke babam ve orada olmak isteyen herkes de gelmiş olsaydı, gerçekten unutulmaz bir deneyimdi. Hepinize şimdiden iyi bayramlar diliyor, hoşçakalın diyorum.