29 Kasım 2010 Pazartesi

Bir Havaalanı Hikayesi

15 Kasım 2010

Sabah annemin tanıdık sesiyle uyandım. Her gün çalan alarm melodinizi dışarıda bir yerde duyduğunuz zaman nasıl o sabahı hatırlıyorsanız, ben de annemin kalk tonlamasıyla "Kızlaar!" diye bağırmasını ne zaman duysam irkilirim. Neyse, mesele o değil. Bugün yolculuk günü. Ama içimde o tanıdık uçağa binme heyecanı yok. Çünkü uçak öğleden sonra 2'de. Daha çok zaman var.

Belki de bu yolculuğu dört gözle beklemiyor olmamın sebebi, döndükten hemen sonra başlayacak olan vizelerim. Nasıl olacak bilmiyorum ama, tatilde ders çalışmam gerek.

Havaalanlarını, özellikle dış hatları çok severim. Oradaki yeme-içme mekanları daha güzel, alışveriş -duty free- daha keyifli gelir bana. En önemlisi de, havaalanındaki insan çeşitliliğidir. Sadece gözleri gözüken Arap turistler, küçük sarışın mavi gözlü bebekler, pahalı bavulları çeken ucuz kadınların -Emre Aydın şarkı sözü gibi oldu- yanı sıra, izlemeyi en sevdiğin tip kısa tatilini yurt dışında (muhtemelen Avrupa'da) değerlendiren genç Türk çifttir. Kadın mutlaka çok bilmiş olmalı yalnız.

İngiltere'ye giderken yanımda böyle bir çift oturuyordu. Ellerindeki rehber kitaptan gidecekleri yerleri işaretliyorlardı. Tükenmez kalemlerini iki dk.lığına yan koltuktakilere verdim diye
kadının gözleri fıldır fıldır dönmüştü.

Bugün Alitalia ile önce Roma'ya, oradan Madrid'e uçacağız. Uçağın yarısı İtalyan yani.


Evden çıkmadan önce internetten check-in yaptırdığımız için kontuarda çok
beklemeyeceğimize sevinerek "Web check-in" sırasına girdik. Önümüzde sadece birkaç kişi var. Fakat sıra bir türlü ilerlemiyor. Bagaj yolunda - bavulların kayıp gittiği bant adı her neyse - bir arıza var, neyse bi 10 dk. onu bekliyoruz. Kontuar görevlisi (KG diyeyim) aheste aheste ilk iki kişiyi alıyor.

Sıra önümüzdeki 4 kişilik gruba geliyor. 2 çiftten oluşan bu grubun bayanları sabah kuaföre gitmiş belli ki. Saçlar yapılı, suratlarda birkaç milim fondöten var. Yan sıraya bakıyorum, kızın biri mini, drapeli, streç bir elbise, bir diğeri yapışık deri pantolonla topuklu ayakkabı giymiş. "Modanın merkezi İstanbul" lafını fazla ciddiye alan bu kızlar havada nikah falan kıydırmayacaklarsa gayet komik olmuşlar. -burada annemle birbirimize kaş göz yapıyoruz tabi hemen-

Ben bunlarla oyalanırken, önümüzde uzadıkça uzayan bir konuşma yapılıyor. Duyduğum kadarıyla bu grup aktarmalı olarak Paris'e gidecek. KG de onlara Air France'la direkt uçmak isterler mi diye soruyor. Bu sırada yandaki "check-in yapmayanlar sırası" almış başını gidiyor, aynı anda sıraya girdiğimiz leopar bavullu kadın 10 dk önce pasaporta gitti bile.

Tüketici hakları konusunda oldukça duyarlı olan annem (daha önce onun sayesinde Reis, Piyale, Polonez Sucuk firmaları bize sattıkları bozuk ürün karşılığında bir hediye kolisi göndermiş, Arçelik bulaşık makinesi için annem rahat kullanamıyormuş diye bardak koyma aparatı yollamış, Ariston normalde parayla alınan 2. ve 3. tepsiyi bedavaya temin etmişti.) söylenmeye başlıyor. Normalde daha soğukkanlı olan ve müdahale etmeyi sona bırakan babam duruma el koymak üzere. Bu belirtilerden KG'nin birazdan zor duruma düşeceğini anlamak zor değil.

Sonunda zaman geliyor. Babam masaya yaklaşıp "Arkadaşım biz kaç dk.dır ayakta bekliyoruz, hızlı olsun diye online check-in yaptık.." diye gittikçe yükselen bir ses tonuyla kızmaya başlıyor.

Önümüzdeki maşalı saçlar ve kocaları, aktarmalı değil direkt uçma fırsatını onlara sunduğu için KG'nin safındalar ve babama "cık cık"layan ifadelerle bakıyorlar. Sonunda biletlerini alıp önümüzden çekilirlerken kadının babam için "Hala konuşuyor bak..." dediğini duysam da ortalık kızışmasın diye platin sarısı saçından çekmiyorum.

İki tane bavulumuz var, biri büyükçe, biri de onun yarısı kadar, orta boy. Görevli, bavulları tartıya tek tek koymamızı söylüyor. Kırmızı bavul: 30 kg yazıyor. Bu sefer de "1 parça bagaj 23 kg'ı geçemez" kuralını koyuyorlar önümüze. Halbuki toplam yükümüz 45 kg, üstelik 4 kişiyiz. Hakkımızın yarısını kullanmamışız. (Sonradan not: Kırmızı bavul dönüş yolunda bize hiç sorun çıkarmadı) "Yok" diyor adam, "23 kg'a inmezse alamam." Bu sefer ben bile karışıyorum olaya, neyse sonunda babam Alitalia'ya lanet okuya okuya açıyor bavul. İçinden 6 kg aldıktan sonra 24 kg'a ikna oluyor paşam.



Moralimizi bozmayalım diyor ve pasaport kontrolün sırasına giriyoruz. Sıra, check-in'den iki kat hızlı ilerliyor. Bir ara, arkamızdaki çiftten bayan olan telefonla konuşmaya başlıyor. Eşiyle beraber bir tur şirketi ile Prag'a gidiyorlarmış. Kadın Şato dö Bilmemne'ye yapılan gezinin iptal edilmesini şikayet ediyor. "Ama beyefendi ben yarın akşama opera bileti ayırtmıştım." "Viyana'yı 5 saatte gezemeyeceğimizi ben de biliyorum, daha önce hepsine gittim, bana mı öğretiyorsunuz?" laflarını yakalıyorum.



Kadın bağırıp çağırırken eşi o kadar da sinirli görünmüyor. Bunun yarın akşamki operaya katlanması gerekmeyeceğinden dolayı duyduğu sevinçten olabileceği geliyor aklıma. Sıra bize geliyor, kardeşimle beraber bankoya doğru ilerliyoruz. Arkamızdan "daha önce bir sürü ülke gezmiş ve Ortaçağ Gecesi de iptal olursa tura gitmeyeceğini beyan eden" kadının anneme bir şeyler dediğini duyuyorum. Annem yanımıza gelince ne dediğini soruyorum, iki kişi gitmek yasak demiş çok bilmiş. Bilmiyor ki beraber seyahat edenlerin birlikte gitmesinde bir sorun yok. Prag'ın köylüsü işte garibim.

Kontrolden geçtikten sonra yemek yemek için Garanti'nin Lounge'una gidiyoruz. Bilenler bilir, bilmeyenler için söyleyeyim, havaalanında çeşitli kredi kartlarının müşterilerine özel hizmet verdiği böyle odalar var. Televizyon, internet, yiyecek içecek, bilgisayarlar, bilardo masası, hatta PlayStation gibi olanaklardan bedava yararlanıp vakit geçiriyorsunuz. Vakit gelince kapıya gidiyoruz.

Hangi İtalyanla göz göze gelsem bana gülümsüyor. Tabi ben hiçbir zaman üstüme alınıp da geri gülümseyemiyorum, o ayrı.

2 saatlik yolculuk sonunda Roma'ya, oradan da Madrid'e uçuyoruz.

Devamı sonra.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...