27 Ocak 2010 Çarşamba

Diş Hekimliğinde Uzmanlık

Bugün blogumuza ulaşan bir habere göre, diş hekimliğinde 5 sene bittikten sonra ne yapacağımız daha da belirsizleşti. DUS var mı yok mu derken, şimdi uzmanlık var mı yok mu diye düşüneceğiz.

Şöyle ki;

"05.04.1973 tarih ve 7/6229 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe konulan Tababet Uzmanlık Tüzüğünde, Ortodonti ve Diş Protezi ana dalları olarak diş hekimliği ile ilgili iki uzmanlık dalı almakta iken, bu tüzüğü kaldıran ve 19.06.2002 tarih ve 24790 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Tıpta Uzmanlık Tüzüğüne ekli çizelgede Ağız, Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi, Ortodonti, Pedodonti, Diş Protezi ve Periodontoloji adı altında beş ana dalda uzmanlık düzenlenmiştir.

2002 yılında yayımlanan Tüzüğün ekinde yer alan diş hekimleri ile ilgili uzmanlık dalları kısmının iptali istemiyle Danıştay Sekizinci Dairesinin E:2002/3488 esasında kayıtlı olarak açılan davada; 30.09.2004 tarih ve K:2004/3549 sayılı kararla eski Tüzükte diş hekimleri ile ilgili iki uzmanlık ana dalı öngörülmekte iken yeni tüzükte bu iki anadala üç ana dal daha eklenmesinin gerekçelirinin hukuken geçerli olabilecek bilimsel bir raporla ortaya konulamadığından davaya konu düzenleme iptal edilmiştir."

Şöyle özetleyeyim: 1973 yılında sadece Ortodonti ve Diş Protezi diye iki uzmanlık dalı varken, sonradan bunlara Ağız, Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi, Pedodonti ve Periodontoloji eklenmiş. Ama danıştay buna gerek olmadığına karar vererek, uzmanlıkları tekrar 2'ye düşürmüş. Sonumuz hayrolsun, haberiniz olsun.

23 Ocak 2010 Cumartesi

Guitar Hero

Guitar Hero, ülkemizde Play Station oyunlarından PES kadar tanınmış olmasa da dünya üzerinde satış patlaması yaratan, efsanevi şarkıları kolayca çalabiliyormuşsunuz hissi uyanduran, gerçeğe yakın bir oyun. Sanal hayat gerçeğin yerini alıyor demiştim ya, işte Guitar Hero ile elinize hiç gerçek gitar almadan virtüöz, daha önce hiç şarkı söylememişken bülbül olmanızı sağlayan bir oyun.


Oyun ilk önce sadece gitarlarla oynanıyordu. Bu gitarda pena görevi gören bir tuş ve sapında da 5 farklı renkte diğer tuşlar var. Karşınıza yukarıdaki gibi renkli notalar çıkıyor ve şarkı ilerledikçe, sırası gelen renkteki tuşa pena ile beraber basıyorsunuz. Tabi Beginner, Easy, Medium, Hard veya Expert gibi zorluk derecelerine göre karşınıza çıkan nota renkleri ve sayıları da artıyor.

Oyunu tek gitarla oynamak bir süre sonra sizi sıkabilir, ancak iki gitarınız ve bir tane de arkadaşınız varsa, o zaman saatlerce başından kalkmazsınız. Arkadaşınızla bir grup kurabilir, veya yarışabilirsiniz.




Bir süre sonra bunun yetmediğini anlayan Guitar Hero yapımcıları, Guitar Hero'da gerçek bir grup kurma fikrini hayata geçirdiler. Böylece bateri ve mikrofon da oyuna eklenmiş oldu. Tabi bu sistemi eve kurmak çok da kolay değil ama PlayStation cafe'lerin bazılarında saati 8-15 TL arası değişen fiyatlarla oynamak mümkün.

Sevgili arkadaş grubum (Pınar, Tan, Nilüfer, Alican, Aytaç, Emre) ve ben bu oyunun tadına bir ay kadar önce varmış olsak da, en son gidişimizde 3 saat kalarak ne kadar sevdiğimizi belli etmiş olduk. Daha önceleri bir iki stüdyo denememizde yaşadığımız hayal kırıklığı ile, bu oyunda yarattığımız harikalar arasında seçim yapmak gerekirse, tercihimiz ister istemez Guitar Hero oluyor.

Bakırköy'de Magic Cafe'de, Teknoplay'de, Fair Play'de oyunu bulmanız mümkün. Bu oyunun özellikle baterisi yanlış kullanıldığında hemen bozulduğu için ekipmanlar her zaman cafe'lerde tam olarak bulunamayabiliyor. Ancak Teknoplay aralarında en pahalısı olsa da, en kaliteli olanları, üstelik size özel salon da veriyorlar, böylece istediğiniz kadar bağırıp çağırabiliyor, özellikle söylerken kendinizi sahnedeymiş gibi hissedebiliyorsunuz.

Eğer canınız Guitar Hero çektiyse, bu karlı günde dışarı çıkamıyorsanız, hemen şimdi evde de oynayabilirsiniz. Rock Free adlı bu oyunda klavyenizi ters çevirip elinize alarak (laptoplarda böyle bir şans olmuyor ne yazık ki) gitar gibi tutabilir, sınırsız sayıda şarkıdan istediğinizi çalabilirsiniz. Ancak oyun henüz deneme aşamasında olduğundan, çeşitli bağlantı sorunları yaşamanız mümkün. İşte link burada . Oyuna Facebook hesabınızla bağlandığınız zaman, her girişinizde baştan başlamak yerine bir karakter yaratıp ona seviye atlatabilirsiniz.

İyi eğlenceler.

21 Ocak 2010 Perşembe

Röntgenci

Bilgisayarla tanışmam, bundan 14-15 sene öncesine dayanıyor. O zamanlar, o halimle MS-DOS komutlarını anlayan beynim, bugünkü sınavda 25 puanlık soruda elektrik alanın formülünü yanlış hatırlayarak 4 yaşında okuma-yazma öğrenmenin acısını fena çıkarttı. Neyse konumuz bu değil, o zamanlar Paint'te hep aynı resmi anneme çizdirir ve boyardım. İşte ilk resmim:



(hayır tabi ki de, şimdi yaptım.) Neyse, bilgisayar zamanla ilerledikçe, ilk adam akıllı oyun olan Doom'u oynamaya başladık. Sonra, okuldaki bilgisayarlar dersinde Wordpad'de yazı yazmayı öğrendiğimizi, biraz daha büyüyünce Arabul gibi saçma arama motorlarında hocanın verdiği anahtar kelimeleri aradığımızı hatırlıyorum.

İnternete girmek ne zaman her akşamın birkaç saatini götüren bir aktivite oldu, onu tam olarak bilmemekle beraber, 8.-9. sınıf olduğunu düşünüyorum. Eski iletişim yolları -icq, ilkel Messenger-nın ilerlemesiyle, daha hızlı ileti göndermeye, birbirimizi sabah okulda görmüyormuşcasına çılgınca klavyede 10 parmak seviyesinde yazabilmeye başladık. "Çık ininden artık" diyordu annem o zamanlar. Şimdilerde Facebook'taki bir oyunun başında saatlerini harcıyor, aynısını ben diyorum.

Facebook, ah çok büyük bir darbe oldu Facebook. Kuzenime saatlerini o sitede geçirdiği için kızan ben şimdilerde kendi adıma olmayan adreslerden girip kim hangi fotoğrafları yüklemiş, hangilerinde ben varım diye bakar oldum. Evet kendi adıma almayı yediremiyorum ama yine de maskelerin ardından her şeyi takip ediyorum. O kadar çığrından çıktı ki "Feys", geçen gün baktım bazı kızlar iletilerine "siyah" yazmaya başlamışlar. Hepsi siyah. Nedir dedim, baktım, meğersem duyarlı göğüslerin sahipleri arkadaşlarımız sutyen renklerini yazarak göğüs kanserine dikkat çekmeye çalışıyorlar.

İnternet duyarlılığı dediğimiz hadise de ilk önce forward maillerle başladı. "Bu maili gönderdiğiniz kişi başına Unicef Afrikalı çocukları doyurma fonuna 1 dolar yatıracak" gibi saçma cümlelerle İnternet'i tam olarak tanımayan kullanıcıları tam kalbinden vuranlarla, bu gönderilenler listesindeki kişilere "Live Cam Web Girls" mailleri atanlar aynı herhalde. Uzun bir süre çok yoğun bir şekilde devam eden bu "yardımsever forward mail" furyası tam bitti denemez ama gördüğüm kadarıyla baya bir azaldı.

İkinci olarak MSN nicklerinde gördük bu sanal duyarlılığı. Çocuk tacizlerini protesto amacıyla, nicklerinin başına çocuk resmi koyuyordu bir çok kimse. Bu şekilde onları protesto ettiklerini düşünüyor ve içlerini rahatlatıyorlardı. Kaçı bu konuda bir sivil toplum çalışmasına katılmış, mağdur çocuklar için yapılan bir projede veya bir protesto gösterisinde yer almış diye sorarsanız, bir elin parmağını geçeceğini zannetmiyorum. Amacım "neden bunları yapmadınız?" diye sormak değil, yapmadığın bir şeyi yapmış gibi göstermenin ne kadar kolay olduğunu anlatmak.

Başımızın son belası, Twitter. Bu da kişilerin o an ne yaptıklarını, ne düşündüklerini yazıkları bir site. Örneğin "Aşk-ı Memnu bu akşam", veya "tatilleri sevmiyorum.." gibi kimin neden yazdığını merak etmediğimiz bir sürü "tweet" ile dolu bu site. Sıradan insanların sayfalarında sıkıntıyla dolaşırken, Bill Gates'in doğrulanmış twitter hesabını gördüğümde meraklanmadım diyemem. Evet Ayşe Özyılmazel'in elma yemesi dikkatimi çekmiyor ama Steven Spielberg'ün de o an ne söylediğini görmek istiyorum. Sonuç olarak Çağatay Öztürk'ün söylediği, "orada yazanlar teşhirci, okuyanlar da röntgenci" cümlesi çok da mantıksız gelmiyor bana.

Bir de şimdi Foursquare diye bir şey çıkmış. Burada da insanlar o anda nerede olduklarını yazıyorlar, örneğin New York'tan bir restorandan bildiren Steve B., tatlısının hepsini bitirdiğini müjdelemiş. Kendisine tebriklerimi iletiyorum.

Bir kişinin profil sayfasından sevdiği filmleri, dinlediği müzikleri, resimlerinden gittiği yerleri öğrenebiliyorsak, yüzünü hiç görmediğimiz biriyle "MSN kankası" olmak gibi komik durumlar ortaya çıkıyor. Sonuç olarak, insanlarla olan iletişimimizi İnternet'teki sosyal paylaşım platformlarıyla sınırlı tutmak, resmini beğenmek veya iletisinin altına yorum yapmak yerine, biraz daha gerçeğe dayalı ilişkiler kurarsak daha sağlıklı bir yol olabilir bence.

16 Ocak 2010 Cumartesi

Yalan Dolan


Diş Hekimliği Bölümü'nün 1. sınıf 1. dönemi bitti. Ve benim bu 5 ayda bu bölümde öğrendiklerim arasında işime en çok yarayan şey, düzenbazlık oldu.

1. sınıfın ilk döneminde, liseden de bildiğiniz, tanıdık dersler var; Tarih, Türkçe, Fizik, Bilgisayar gibi. Biyoistatistik, Koruyucu Hekimlik gibi "doktor dersleri" ve bir de Diş Morfolojisi ve Manipülasyon var, ki bu dersin ilk bölümünde dişlerin sağını solunu öğreniyor, ikinci bölümünde ise el becerinizi geliştiriyorsunuz. Morfoloji&Manipülasyon dersleri Pazartesi önce 2 saat teorik, sonra 5-6 saat laboratuvar, yani "preklinik"te veriliyor.

İlk hafta, bize beyaz alçıdan küp yaptırdılar. Hayır, kalıba falan dökmedik, elimizde alçı bıçağı ve spatulaya benzer bol kaşığı ile alçıya şekil vererek 3x3x3 cm'lik bir küp yapmaya çalıştık. Sonra eve de ödev verdiler, bir tane küp. Küp için o kadar çok uğraştım ki, 1 kilo alçı boşa gitti. Sonunda da eğri büğrü bir şey çıktı ortaya. Sordum diğer arkadaşlarım evde sabundan kalıp yapmışlar, alçıyı içine döküp kurumasını beklemişler ve benimkinden çok daha mükemmel ve zahmetsiz olmuş. Tabi aldıkları puan da benden yüksekti.

Sonraki hafta, bize beyaz alçıdan serbest çalışma ödevi verdiler. Evdeki plastik oyuncaklara, kurabiye kalıplarına falan dökmeyi üçkağıtçılık olarak düşünüp, ellerimle bir yatak yaptım alçıdan, ki ne olduğunu görenler anlamadı, aldığım puan ise 40'tı. Sınıfta benim kadar düşük puan alan azdır o ödevden. Çünkü herkes her kolu eşit mükemmel yıldızlara, evlere sahipti ve "bunu kalıpla mı yaptın?" sorusunu sana karşı "evet", asistana karşı "hayır" diye cevaplıyorlardı.

Yani sonuçta anladım ki, benim dürüstlük olarak nitelendirdiğim şey meğer enayilikmiş. Bundan sonraki ödevlerimde ben de kalıp kullandım, ben de kırılan bir şeyi baştan yapmak yerine japon yapıştırıcısıyla yapıştırdım. Anladım ki eğer böyle yapmazsanız, bu bölüm bitmez. Ayrıca asistanlarla iyi geçinmeniz, onlar ne derse, "tamam hemen yapıyorum" demeniz gerekiyor ki, saçma sapan bir sebepten dolayı sizi küçük düşürmeye çalışmasınlar. Bu işler böyle.

15 Ocak 2010 Cuma

Grey's Anatomy

Grey's Anatomy sezon arasını bitirdi. Dizi ve altyazı çıkmış bugün, Divxplanet'ten sezai nickli bir arkadaşla ortak çevireceğiz. Bölümü daha izlemedim ama 930 satır, baya bir konuşma var yani. E ben başlayayım o zaman.

11 Ocak 2010 Pazartesi

İlk İzlenimler

Blogumun şablonunu değiştirdim. Böyle Avatar filmindeki gece gibi oldu, ben çok beğendim. Şu kısacık (2 ay) blog hayatım "İyi ki bu işe kalkışmışım." dedirtti bana. Çünkü internet sözlüklerinde, facebook, twitter gibi sitelerde böyle aklınızdakileri dökebileceğiniz bir ortam yok. MSN iletinize de bir link yazıp ne olduğunu kısacık yerde anlatamadığınız için altta birkaç tane "Bu iletindeki ne?" diyen pencere yanıp sönmeye başlar. Kısacası blog olayı tam da bunun için.

Şimdiye kadar burada paylaştığım şeylere gelecek olursak;

En eğlenceli yazım iSketch oldu. Diş tabibi arkadaşlarımla akşamları "iskeç" partileri yaptık.


En uzun ve bilinçli yazım Nar oldu. Buradaki nar soyma metodunu izleyen bir arkadaşımın annesi, evde bir şenlik havası yaratarak nar soymaya girişmiş. Kendi annemin pek önemsemediği bu yöntemi başka bir annenin uygulaması beni çok mutlu etti. Beni aradıklarında 6. nardaydı.

En komik yazım Elf Yourself idi. Herkes birbirini Elf yaptı, Doğan Şahin ve grubu olarak mükemmel bir Hip Hop'a imza attık.

Toplamda 19 kayıttan oluşan bir bloga bu kadar en yeter zaten. Babamın her gün bakması, okul arkadaşlarımın yorumlarıyla beni cesaretlendirmesi (Aytaç, Alican, Pınar, Emre, Nilüfer, Tan), eski okul arkadaşlarımın izleyici olması veya arada uğraması, Divxplanet'ten de ziyaretçim olmasına çok seviniyorum.

Yalnız bu iki hafta final haftası, umarım aksatmam. Görüşürüz.

9 Ocak 2010 Cumartesi

Saat ve Çerçeveden Sıkılmadık Mı?

Küçükken her yılbaşı çekilişinde, her doğumgününde arkadaşlar birbirine saat, çerçeve falan alırlardı. Büyüdükçe, birbirimize atkı almaya başladık. Yazın şal. Neyse, sadede geleyim, bir şey buldum! Sitenin adı Buldum Buldum.



Burada çok yaratıcı, değişik hediyeler var. Üstelik fiyatları da öyle çok uçuk değil. Mesela bölüm arkadaşlarımın da ilgisini çekeceğini düşündüğüm bir şey yukardaki. Çene şeklinde buz kalıpları.

Ya da yukarıdaki laserli makas. Kaydırmamanız için size yol gösteriyor, fiyatı da sadece 9,90. Ne bileyim, bence Taksim'de klişe olmayan bi hediye aramak için saatlerce gezmek yerine (canım arkadaşım Nilüfer'in haftada bir yaptığı gibi), buradan çok güzel hediyeler bulunabilir. Tabi buradan bir şeyi beğenip de kendine almamak olmaz, muhtemelen ikişer tane almak zorunda kalacaksınız. Sitede bir de Hediye Bulucu var, kime, niye alacağınızı ve alacağınız kişinin karakterini seçiyorsunuz, size seçenekleri sunuyor.

Sitenin fiyat yelpazesi çok geniş, 6 tl'den 500 tl'ye kadar bir sürü ürün bulmak mümkün. Kargo fiyatı 5 TL, kredi kartı numarasını vermek istemezseniz parayı kapıda ödüyorsunuz, bu durumda 5 değil 10 TL veriyorsunuz.

Hiçbir şey almasanız da, gezmesi bile eğlenceli bence.

7 Ocak 2010 Perşembe

Elf Yourself


Yılbaşı geçti, ama ben bunu yeni hatırladım. İlk başta çok saçma gelebilir, yine de biz kuzenimle baya eğlendik. Siteye istediğiniz kişilerin fotoğraflarını yüklüyorsunuz ve onlar resimlerde gördüğünüz gibi birer Noel cini olup dans ediyorlar. Bir deneyin derim, 1 kişiden 5 kişiye kadar dans ediliyor. Hatta şarkı bile söylüyorlar. Sitenin linki bu.
İyi eğlenceler.

Not: Bana danslarda eşlik eden kuzenim Merve'ye teşekkür ederim.

3 Ocak 2010 Pazar

Mira'yla Eve Dönmek

Geçen gün arkadaşımın flash diskinin içinden bana bir sürpriz yumurta çıktı. İki kişilik, bir kız bir erkek grubu - aklınıza White Stripes geldi mi?-, adı Mira. Albümlerinin adı da Eve Dönmeliyim. Miray Kurtuluş ve Tan Tunçağ'dan oluşuyor. Tan Tunçağ ismi tanıdık geldiyse nereden hemen söyleyeyim, Portecho'nun vokali. Müzik hayatına hem Portecho'da, hem Mira'da devam ediyormuş. Yalnız Mira'da vokal değil, bir iki şarkıda eşlik ediyor sadece.

Bu grubun şarkıları, sözleri, melodileri çok hoşuma gitti. Yağmurlu, karanlık, kötü haberler getiren bu günlerde dinlenecek en iyi albüm oldu benim için. Size de önermek istedim. MySpace linkleri burada. Şarkılarını bu linkten dinleyebilir, kliplerini izleyebilirsiniz.



Şimdi Rise of Nations oynamak istiyorum, yarın da diş ödevlerimi yapacağım. Aa, bundan daha önce bahsetmemiştim. Biz Diş Hekimliği 1.sınıf'ta, sabundan diş oyuyoruz. Bildiğiniz köklü, kuronlu, normal boylarının iki katında dişler. Bir gün fotoğrafını yüklerim.

Görüşmek üzere.

1 Ocak 2010 Cuma

Para, Para, Para

Dedem bize Milli Piyango Yılbaşı Çekilişi için bilet almış. Ben o bilete 7.5 TL vermezdim, böyle şeylerde şansım yoktur çünkü çıkmayacağını biliyorum. Yine de bir umut, bu sabah gazetede listeyi görünce bakayım dedim. Büyük ikramiye çıkan bilet 332 diye başlıyor, benimki ise 334, teselli ödülü olan 30 bini görünce gözlerim parladı, dedim ki "Şimdi köşeyi döndüm". Ama nerdee, 334lü sadece tek bir numara var. Benim bilete ise hiçbir şey yok. Anneme ve babama 60'ar TL çıktı, ikisininki de çeyrek bilet zaten.


Ben böyle eski usul gazeteden tek tek bakarken, acaba Milli Piyango böyle bir şeyi akıl etmemiş midir diye düşündüm ki, tabi ki akıl etmiş ve sitesine bir sorgulama sayfası koymuş. İşte burada.

Neyse çıkmadığı iyi olmuş, ne demiş şair, "Money, it's a crime."
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...